Web Tasarım

Murat Kekilli Hayranlarının Buluşma Yeri


Murat Kekilli Siteleri
www.kekilli.biz www.muratkekilli.com.tr www.muratkekillifan.com www.kekillifan.com www.kekillimurat.com


Murat Kekilli Tazminata Mahkum Edildi


Murat Kekilli ve müzik şirketi, söz yazarından izin almadan ‘Bu akşam ölürüm’ adlı şarkıyı kullandıkları için tazminata mahkum edildi.
Murat Kekili ve müzik şirketi, söz yazarından izin almadan 'Bu akşam ölürüm' adlı şarkıyı kullandıkları için 3 bin 500'er YTL tazminat ödemeye mahkum edildi. Kekili'yi üne kavuşturan 'Bu akşam ölürüm' şarkısının söz yazarı Ali Osman Demre, kendisine ait şarkı sözünün herhangi bir telif hakkı ödenmeden ve kendisinin izni alınmadan kullanıldığı gerekçesiyle şarkıcı ile albümü çıkaran müzik şirketi Boğaziçi Müzik Sanayi Ticaret Limited Şirketi hakkında, 13 biner YTL tazminat istemiyle 2000 yılında dava açtı. bildirdi

Kekilli: Hayat, İnsana Verilmiş Bir Ödüldür


Kekilli: Hayat, İnsana Verilmiş Bir Ödüldür
Hayatı “insana verilmiş en büyük ödül” diye nitelendirdiklerinde acı gerçeklerle de karşı karşıya kaldıklarını aktaran Murat Kekilli, “Hayat yaşanılıyor yaşanılmasına da, nasıl yaşanılıyor o çıkıyor ortaya” diyor. Bu Akşam Ölürüm parçası ile ünlenen Murat Kekilli, kendisi ile ilgili yapılan röportajda günümüzdeki müzik anlayışını eleştirdi. “Fuzilileri, Hayyamları, Nazımları bıraktık poppidik, şakıdık şukkuduk parçaları dinler olduk” sözleriyle müzik icra eden bazı kişilerin topluma iyi mesajlar vermediğini belirten Kekilli, “Şu anda bu revaçta, bu para kazandırıyor, en çabuk bu tüketiliyor. Bu en popüleri, haydi bunu yapalım diyorlar, yapıyor onlar da. Yapmayanlar ve yapanlar, bu yolda gidenler ve gitmeyenler diye ikiye ayrılıyor artık insanlar” diyor. www.haberaktuel.com sitesine verdiği özel röportajda paranın mutluluk getirmediğini savunan Murat Kekilli, “Altından tepside Cumhurbaşkanlığı sunsalar kabul etmem. Mutluluk başka bir şey. Dünya Sultan Süleyman’a kalmamış. Fabrikaların oluyor, arabaların, yatların, katların, dairelerin oluyor. Bunların sonu yok!” diyerek dağda garip bir çoban olmayı paraya yeğlediğini anlatıyor. En iyi eserlerini dağlara çıkarak ortaya çıkardığını çünkü, burada kendisini bulduğunu, rahatlıkla kendisiyle baş başa kaldığını dile getiren Kekilli şunları söylüyor: “İnsan en iyi dağlarda, hayvanlarla düşünür. Çünkü onların sana sorgusu yok. Orada bol bol kendinle baş başa kalıp, istediğin her şeyi düşünüp, istediğin her yere düşlerinde, ruhunda yolculuk yapabilirsin. Amaç mutluluğa ulaşmak değil mi? Ben orda ulaşabileceğime inanıyorum. Benim çoban olma idealimin altındaki gerçek, saldırgan koyunlardan dünyayı arındırmak belki de. Ama yanlış çobanların elinde olanlar George Bush gibi saldırgan koyunlar da yetiştirebiliyorlar.” Kliplerde cinsel ögelerin ön plana çıkarılmasını da eleştiren Kekilli cinselliği ön plana çıkarmalarının belli başlı sebeplerinden birisinin şöhret olduğunu ifade ediyor. Şöhretin büyülü bir makam olduğunu aktaran Kekilli, “Onun içine düşen bilir. Olmazsa olmazıdır, en önemli değeridir onun. Mutluluk kaynağıdır, yaşamın ana amacıdır. Yaşamın ana amacının saf hazza ulaşmak değil de şöhrete ulaşmak olduğunu düşünen herkes için durum böyledir. Ve o kadar çok insan var ki bunu böyle düşünen. Yaşamın amacını saptırıp buraya yönlendirirsen tabiiki cinsel ögeler ön plana çıkacaktır. Beni de yavaş yavaş uzaklaştırmaya başladılar ekranlardan. Yavaş yavaş terk-i diyar ediyorum sırf bunları görmemek için” diyor. San’atın ölüme karşı bir direniş olduğunu ama hayatı “insana verilmiş en büyük ödül” diye nitelendirdiklerinde acı gerçeklerle de karşı karşıya kaldıklarını aktaran Murat Kekilli, “İşte hayat yaşanılıyor yaşanılmasına da, nasıl yaşanılıyor o çıkıyor ortaya. Her acı durumda, her bir engel karşısında umutsuzluğa kapıldığımızda intihar söylentileri gibi bu tarz söylentiler çıkıyordu. Ki en büyük sorunun muhatabı da ben oldum o dönemde. Acılarıyla bir bütün zaten hayat” diye konuşuyor. Eskiden astronot olmayı düşündüğünü, daha idealist düşünceleri olduğunu belirten Kekilli, en büyük idealinin şimdilerde dağlarda çobanlık yapmak olduğunu sözlerine ekliyor.

Murat Kekilli Çoban olmak istiyor


Ben Çoban Olacağım
Gece saatleri en makulüydü boğaza karşı buluşup oturmanın. Hem Fatih Sultan’ın suları aydınlatan ışıkları olacaktı o zaman. Benim yanımda dost Devrim, Murat’ın yanında yeğen Şahin. Çaylar en okkalısından, tatlılar en tatlısından, ışık en loşundan… Sohbet mi? Sohbet en koyusundan! “Ben Ajdar’a hayranım” dedi elindeki çuvaldızla Murat Kekilli, samimi bir dille “dağlara çıkıp çoban olacağım” dedi. Hani “Ahir Zaman 100 tane bile satmasın” diyecek kadar dürüsttü toprağım! “Parayla şarkıcı olunur” diyecek kadar yürekli! İnternetten sevginin nasıl anlatılacağını merak ediyor… Bakalım röportaja gelen yorumlarda ne kadar aradığı sevgiyi bulacak hemşerim, görelim. Röportaja başlamak için en mantıklısı Beşiktaş maçının bitmesini beklemek oldu. Bekledik… Hakemin Beşiktaş maçını bitiren son düdüğü bizim de ilk yarımızı başlattı aynı zamanda. Röportaj: Muaz Kalaycı, Genel Yayın Yönetmeni — “Bu akşam ölürüm” adlı çalışmanız bir takım eleştirilere maruz kalmıştı. Bu eleştirileri yapanların tavırlarından yola çıkarsak, sanatı insanların ölüme karşı direnişi olarak, başka bir ifadeyle ölümsüzlüğe tutkusu olarak değerlendirebilir miyiz? Yoksa sanat ölüme değil de hayata karşı bir direniş, ölüme katlanma çabası mıdır? Çok güzel soru ya… Sade, güzel bir dil kullanılmış. Bu soruyu cevaplayabilmek için ilk önce “sanat sanat için mi, sanat toplum için mi?” kavramını açıklamamız lazım. Benim penceremde “Sanat sanat içindir!” Sanat toplum için yapılmaya başlanınca neler olur ilk önce onları anlatayım. Şu anda ki gibi olur! “Toplum bunu istiyor, e bizde böyle yapıyoruz” olur. Ama sanat sanat için olduğu zaman hiçbir kaygı gütmezsiniz. Ne ekonomik, ne sosyal, ne ticari… Hiçbir kaygı gütmezsiniz. Evet, sanat ölüme değil de hayata karşı bir direniştir. Bende bunu düşündüm… Ölüm kaçınılmaz son. Ama hayatı “insana verilmiş en büyük ödül” diye nitelendirdiğimizde acı gerçeklerle de böyle karşı karşıya kalıyorsunuz. İşte hayat yaşanılıyor yaşanılmasına da, nasıl yaşanılıyor o çıkıyor ortaya. Her acı durumda, her bir engel karşısında umutsuzluğa kapıldığımızda intihar söylentileri gibi bu tarz söylentiler çıkıyordu. Ki en büyük sorunun muhatabı da ben oldum o dönemde. Acılarıyla bir bütün zaten hayat… Eğer bunu kaldıramıyorsan zaten yaşamanın bir anlamı yok! Güzel her şeyi güzel olarak nitelendirdiğinde hayatın kendisinin bir anlamı olmayacak. Sanat ölüme karşı bir direniştir zaten, kısa ve net! Ama bu insanoğlunun hayatının sonu anlamında sonuna bir direniş değil. Yani bildiğimiz bazı anlamsız ölümlerden bahsediyoruz. Mesela bıkkınlık bir ölümdür. Bıkkınlık, vazgeçmek, esaret… Bunlara direniştir sanat. BU AKŞAM ÖLÜRÜM ŞARKIM İÇİN BOMBARDIMANA MARUZ KALDIM Uzun ve tek bir soru değil, bu soruyla o yüzden cebelleştim. Eleştirilere maruz kaldığım şarkıydı Bu Akşam Ölürüm. Ben eleştirilere değil bombardımana maruz kaldım ciddi ciddi. Şimdi ilk geldiğim yıllarda mikrofon uzattıklarında inanın ne anlatacağımı bilmiyorum. Medyaya yabancıyım. Kitle iletişim araçlarıyla hiç işim yok. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Adamlar bırakın böyle kaliteli bir soru sormayı çok basit bir soru yöneltiyordu. Sorulardan bir tanesini hatırlıyorum. Soruya cevap vermek istemiyorum; “niye bunu soruyorsun, ne kadar gereksiz bir soru, memlekette bu kadar sorun varken bunla mı uğraşıyorsunuz” diyorum. “Memlekette ne sorun” var diyor. Ölür müsün öldürür müsün Allah aşkına. Bunu ciddi bir haber kanalının personeli söylüyor. — Son dönemde yapılan şarkı ve kliplerde anlık bir yaşam görüyoruz. Bu anlamda sanatçıların zamanın değerini, değersizleştirdiğini düşünüyor musunuz? Günümüzün sanat anlayışı para kazanmak. Para kazanmak amacıyla yapılmış şeyler var. — Örnek verebilir misiniz? Örnek olmayanları söylesem daha çabuk sayarım aslında. Bu dediğim örneklere girmeyenler var onları sayayım: Kendi tarzımdan örnek vereyim; Feridun Düzağaç mesela… Haluk Levent… Rahmetliler var, siz onları biliyorsunuz zaten söylememe gerek yok. Ne bileyim özellikle 70’li yıllardan günümüze gelen rock soundunda yapılan şeylerin köklerinin çok sağlam olduğunu düşünürüm. Dayandığı yerlerin çok sağlam olduğunu düşünürüm. Yabancı gruplar da öyle, yerli gruplar da öyleydi. Şimdi bir laçkalık söz konusu ama gidiş bu… Yapılacak bir şey yok şu anda… Özellikle internetten sonra her şey laçkalaştı. Bizim çocukluğumuzdan itibaren şu anda televizyonda izlediğimiz her şey en çabuk nasıl üretilir, nasıl tüketilir bunun gayreti içerisinde ve insanlara bu empoze ediliyor. — Sanat adı altında çekilen klipler yozlaştırıyor mu insanları? Anlık aşklara, anlık ayrılıklara mı özendiriyor? Kısaca köşeyi dönmek için her şey mubah şu anda! Onlarda bunu yapıyorlar. Yani yaşam tarzını bunun üzerine kurgularsan tabi ki onlar için mubah. HOPPİDİK HUPPİDİK ŞEYLER DİNLEMEYE BAŞLADIK — Sanatçılar bunu yaparak sanatseverleri anlık yaşamlara mahkûm etmiyorlar mı? Dünya’nın kültüründe bir devrim yaşanıyor, geriye dönüşüm var. İyi görünmüyor… İnsanlara iyi şeyler vermiyoruz, açıkçası şu anda o görünmüyor. Biz Fuzulileri, Nazımları, Hayyamları her şeyi bıraktık böyle başka şeyler dinliyoruz. Hoppidik huppidik, şakkıdık şukkuduk şeyler dinlemeye başladık. Ve bunun ismi nerden bakarsan bak şimdi edebiyat olarak nitelendirilmiyor belki ama şarkı olarak nitelendiriliyor neticede. Sanatın bir kolu o da… Yani müzik sanatın bir kolu… Şu anda bu revaçta, bu para kazandırıyor, en çabuk bu tüketiliyor. “Bu en popüleri, haydi bunu yapalım” diyorlar, yapıyor onlarda. Yapmayanlar ve yapanlar, bu yolda gidenler ve gitmeyenler diye ikiye ayrılıyor artık insanlar. Özellikle sanat camiası. Haklısınız, mahkûm ediyorlar yani. — Sanatçının buna hakkı var mı? Sanatçı diyoruz ama işte benim tıkandığım nokta o! Şimdi sanatçı mı, şarkıcı mı? Soruları cevap verirken zorlandığım kısım bu. Onu bir çıkarabilsem aradan rahatlayacağım. O taşı gediğine bir türlü oturtamıyorum. PARAYLA ŞARKICI OLUNUR, SANATÇI OLUNMAZ — O zaman şarkıcının buna hakkı var mı diyelim? Aslında hiçbir organizmanın buna hakkı olduğunu düşünmüyorum. Varlıklar aslında boş yere yaratılmamış; bunların bir değeri var, bir amacı var, bir misyonu var. Geri gelelim şarkıcılara… Geçen gün sordular; “Parayla şarkıcı olunur mu?” Olunmaz dediler. Ben dedim “olunur”. Evet, “parayla şarkıcı olunur, sanatçı olunmaz” dedim. Şarkıcını buna hakkı var mı yok mu siz düşünün artık. — Bu durum şarkıcıların zamanı ve hayatı yeteri kadar anlayamamış olmasından mı kaynaklanıyor? Para için, paradan kaynaklanıyor. Ekonomik yani… ŞÖHRET; BÜYÜLÜ BİR MAKAMDIR, İÇİNE DÜŞEN BİLİR — Müzik dünyası her geçen gün cinselliği daha çok ön plana çıkarıyor. Bunun sanatı bir güç olmaktan çıkarıp sadece bir zevk unsuru haline getirdiğini düşünüyor musunuz? Cinselliği ön plana çıkarmalarının belli başlı nedenlerinden birisini söyleyeyim mesela. Benim tahmin ettiğim kadarıyla şöhret var ya şöhret; büyülü bir makamdır. Onun içine düşen bilir. Olmazsa olmazıdır, en önemli değeridir onun… Mutluluk kaynağıdır, yaşamın ana amacıdır. Yaşamın ana amacının saf hazza ulaşmak değil de şöhrete ulaşmak olduğunu düşünen herkes için durum böyledir. Ve o kadar çok insan var ki bunu böyle düşünen… Gayet normal yani! Yaşamın amacını saptırıp buraya yönlendirirsen tabi ki cinsel öğeler ön plana çıkacaktır. Beni de yavaş yavaş uzaklaştırmaya başladılar ekranlardan. Yavaş yavaş terk-i diyar ediyorum sırf bunları görmemek için. Görülmeye değer daha güzel şeyler var, biliyorum. SON 3 ALBÜMÜMÜ İSTANBUL’DA HAZIRLAMAYACAĞIM — Geçen yıllarda medyada memleketiniz Adana’ya dönüşünüz yazılmıştı. Şimdi yine terk-i diyar dediniz… Ahir Zaman albümünden sonra yine mi bir dönüş söz konusu? Dönüş var, bu defa kesin gidişe benziyor. Ben aslında 3 albüm daha çıkarıp bırakmayı düşünüyorum. Son 3 albümümü İstanbul’da hazırlamayacağım. Artık yavaş yavaş oraya taşıyacağım hayatımı. Son 3 albümü de ben vefa borcum olarak yapacağım. Benim sözüm var, kendi kitleme sözüm var. O üç albüm sözümü yerine getirmek zorundayım. — Sanatın dışında bir uğraşınız var mı Adana’da? Ben çoban olmak istiyorum. — Çoban mı olacaksınız? Evet, çoban olacağım. Eskiden astronot olmak istiyordum, daha idealist düşüncelerim vardı. Birçok insana çobanlık idealizm gibi gelmez gerçi ama… Çoban olacağım. Ama bak ben terfi edeceğim! Bir insanın ulaşabileceği en son noktadır bu. İnsan en çok nerde düşünür? Hiç düşündünüz mü? Tuvalette düşünür. Garip değil mi? Çok pis bir yerde düşünür. Fakat insanoğlunun en büyük yeteneği nedir? Düşünmektir bence. Düşünebilme yeteneğidir, akıl yürütmektir… Bunu en güzel, en temiz nerede düşünebilirsin (tuvaletten sonra) Bence çok güzel bir yerde “dağlarda, hayvanlarla”. Çünkü onların sana sorgusu yoktur, senden bir beklentisi yoktur. Orada bol bol kendinle baş başa kalıp, istediğin her şeyi düşünüp, istediğin her yere düşlerinde, ruhunda yolculuk yapabilirsin, istediğin her şeye ulaşabilirsin, her şeyi keşfedebilirsin. Amaç mutluluğa ulaşmak değil mi? Ben orda ulaşabileceğime inanıyorum. Benim çoban olma idealimin altındaki gerçek saldırgan koyunlardan dünyayı arındırmak beklide… Ama yanlış çobanların elinde olanlar George Bush gibi saldırgan koyunlar da yetiştirebiliyorlar. — Murat Kekilli sanat anlamında aşkına kavuştu mu? Yoksa hâla karşılıksız bir aşk mı yaşıyor? Karşılıksız aşk yaşıyorum… “Benim aşkım ona da yetiyor bana da” derler ya, benimki öyle bir şey. — Aşkınızı bulacağınıza inanıyor musunuz? Kesinlikle inanıyorum ve her insan günün birinde bulacak… Her insan uzayda dolaşan yarım bir daireymiş. Eski bir Yunan filozofuna göre bunlar uzayda tek tek birbirleriyle çarpışırmış diğer dairelerle ancak nadir daireler kendi tamamlayanına çarpışır onlarla bütünleşirmiş. Ben bir süre sonra bütünleşebileceğime inanıyorum toslaya toslaya… ÖZEL HAYATIMLA TANINMAK İSTEMİYORUM — Magazin programlarında fazla yer almıyorsunuz. Sanatçının hayatı sizce mahremiyet midir? Magazin programlarının içeriğini değerlendirecek olursanız… Sanatçının dünyası mahremiyettir diye bir şey yok. Bu kişisel bir tercih… İster açar ister açmaz. Ben dürüst olayım; o yönümle tanınmak istemiyorum, içimden bu gelmiyor. Gelse bende söylerim “gelin beni çekin, bende şunla çıkıyorum, hadi beni de çekin” derim ama içimden gelmiyor bunları yapmak. Doğru bulmuyorum, etik olarak. — Eserlerinizde duygunun yanında didaktik bir söyleyişte var. Murat Kekilli sanatını kim için, ne için icra ediyor? Dediğim gibi, sanatı sanat için yapıyorum. Çok iyi şeyler biriktirdiğimi ve bunları aktarmaya çalıştığımı söyleyemem. Elimde ne biriktirmişsem kendi yaşadıklarımı, etkilendiğim, etkileşimde bulunduğum, bulunduktan sonrada biriktirdiğim ne varsa mevcuttan hali hazırda onları sunuyorum insanlara, onları paylaşıyorum. Elimde bunlar var, malzeme bu. Son üç albümüm kaldı. Onları da tamamladıktan sonra insanlar üzerindeki misyonumu tamamladığıma inanacağım ve hızla o dediğim en uç noktadaki mesleğe gideceğim… Bir insanın gidebileceği en son nokta olduğuna ikna oldum ve ona ulaşacağım Allah nasip ederse. — İkinci röportajınızı da dağda yaparız artık… Son röportajımız olur o zaman zaten. AHİR ZAMAN 100 TANE BİLE SATMASIN İSTİYORUM — Hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sanatta da evrimlerin yaşanması doğal. Peki, Murat Kekilli sanattaki evrimin nasıl olması gerektiğini düşünüyor? Çok hoşuma gitti bu soru da. Gerçekten çok hoşuma gitti… Daha önce gelen sorular gibi yarı geyik yarı ciddi sorular beklediğim için böyle sorular gelince birden cevap bulmakta güçlük yaşıyorum. Evrim yaşanıyor tabi. İlk zamanlarda Eşek Gözlüm, Seni Çılgın, Bu Akşam Ölürüm gibi şarkılardan Ahir Zaman’a geçtim. Ahir Zaman son zamanı temsil ediyor, içinde bulunduğumuz durumu anlatıyor. Ben albümümde ahir zaman gibi bir cümleyi kullandım sonunda ve bu beni çok mutlu etti. Satış kaygısı gütmek istemiyorum bir yerde de. Allah rızası için yapılsın bir şey de… Allah rızası için olsun hiç satmasın, 100 tane bile satmasın, istemiyorum. Bundan sonraki albümler satacak, yine eskisine dönecek. AHİR ZAMAN GİBİ BİR ŞARKI KİM YAPABİLİR? Bu bir kendi kendine evrimleşme sürecinin bir parçasıydı. Belki benim bu dalda ulaşabileceğim son yerdi. Bakalım bundan sonra ne yapacağım onu düşünüyorum. Benim burada bir tayfa ulaştığımı düşünüyorum. Katman değiştirdiğim. Şimdi aşağı katmanda kalan arkadaşlara başarılar diliyorum. Bu katmanda kimse yok, yalnızlık çekiyorum. Başka bir tayftan sesleniyorum sanki. Ahir Zaman gibi bir şarkı kim yapabilir, nasıl yapar onu bilmiyorum. Cesaret de yok. Ahir Zaman şarkısında insanlar Allah’a söz verdiler diyor. Ne zaman? Galübela’da. Sonrada sözlerinden döndüler deniliyor… Peki, biz neden söz verdik o zaman. Düşünüyoruz neden söz verdik; savaşmamak içindir. Savaşacağız, yok edeceğiz, insanları parçalayacağız diye söz vermiş olamayız. Ama ne yapıyor insanlar? Savaşıyor şu anda; hatta gözleri dönmüş. 15 bin kilometreden gelip savaşmaya yeltenebiliyoruz. Bunu yapıyor insanlar. BENİM ŞARKILARIM 3 SENE SONRA FARK EDİLİYOR İnsanlar öldürüyor… Mevcut doğayı katlediyor, denizleri kirlettik, ozonu deldik… Dünya’ya yapabileceğimiz bütün kötülükleri yaptık. Ben bunu işledim şarkımda. İşledim mi? İşledim. Ve bunu yaparken nerden destek aldım? Ayetlerin birisinden destek aldım. Ve nerde kullandım? Hard rock bir parçada kullandım. Türkiye’de hard rock bir parçada buna yeltenebilecek birisi var mı? Ahir zaman çok sert bir parça. Mesela biz bunu İngilizce yorumlayalım dedik, girişinde bir şiir okuyalım dedik. Şiir İbranice olsun dedim hatta ben. Günün birinde ağzımızdan bir ayet aklımızda kalmış onu okuduk. Ama anlamını bilmiyordum tabi, okudum. Ahir zamana cuk oturdu dedik, anlamına da bakalım dedik… Anlamına baktık birebir örtüşüyor. Yani sadece savaş karşıtı bir şarkıda değil bu veya dünyadaki kötü giden şeyleri protesto eden bir şarkı da değil. Bu başka bir şey, başka bir tayftan sesleniyorum. Benim şarkılarımın bir özelliği var. Bunu öğrenmek bana pahalıya patladı biraz ama neyse… Ben bir şarkıyı söylüyorum 3 sene bekliyor. 3 sene sonra fark ediliyor. Her albümde oldu ama bu. 2 sene 3 sene bekliyorum. Bu akşam ölürüm 1997’de çıktı 2000’de patladı. “Hatta ilk çıktığında bu ne biçim şarkı, böyle şarkı mı olur?” diye kaldırıp attılar. AJDAR’IN HAYRANIYIM, FANATİĞİYİM. ÖLÜYORUM ONUN İÇİN — Halk arasında sanat dünyasının medyanın kıskacında yaşadığına dair görüşler var. Gerçekten sanat dünyası medyanın kıskacında mı? Türkiye’de sanatçının ve sanatseverin ne kadar özgür olduğunu düşünüyorsunuz. Sanat dünyası medyanın kıskacında mı önce onu bir tartışalım. Bence medya sanat dünyasının kıskacında… Yani ben tersini düşünüyorum bunun. Popüler olan bir insan medyaya istediğini yaptırabilir. Yeter ki popüler olsun. Mesela Ajdar diye bir arkadaşımız çıktı. Çıktımı çıktı arkadaş! İşte böyle bir arkadaşımız. Ki hayranıyım ben, fanatiğiyim. Ölüyorum onun için. Adam diyor ki; “Bana 20 bin dolar vermezseniz programa çıkmam” Medya da şakır şakır veriyorlar, o kadar yani. Kim, kimin kıskacında şimdi? 20 bin dolar verilmezse çıkmam diyor. Sanatçı değil bunlar kardeşim. Yok yok, onlar sanatçı, ben şarkıcıyım abi! Dünya değişebiliyormuş… Bazı şeyler değişebiliyor hayatta. — Sanatçı özgürdür yani? Özgür olmalı. Özgür mü, değil mi bilemem ama özgür olması gerektiğini biliyorum. KENDİMİ DAĞLARDA MUTLU HİSSEDİYORUM — Gerçekten kendinizle baş başa kaldığınız mekân ve kendinizi hayatın karmaşasından kurtarabildiğiniz zaman? Bunu bilmiyorum ama çok depresif zamanlarım olabiliyor. Artık bunun yeni bir ismi de var; panik atak diyorlar. Bende ister istemez düşüyorum şehrin bunaltısına düştüğümde. Kendimi dağlarda mutlu hissediyorum. Dağlarda bir başka gözle görüyorum hayatı. Sorumluluk azaldıkça mutluluk artar. Sakıp Sabancı kızına iki tane mektup bırakıyor. “Kızım” diyor, “Bunun birini şimdi aç, diğerini ben ölüp gömüldükten sonra” İkinci mektubu Sabancı ölünce açıyorlar. “Görüyorsun değil mi” yazmış ikinci mektubunda Sabancı “Bana bir çorap bile giydiremedin” Bu işin sonu yok anlayacağın. Sultan Süleyman’a kalmadı bu dünya. Yaşamın amacı saf hazlığa ulaşmak değil midir? Haz almak istemiyor muyuz biz? O zaman sorumlu olduğun şeylerden o kadar uzaklaşman gerekiyor. Sorumluluğunu azaltman gerekiyor. Fabrikaların oluyor, arabaların oluyor. Yatların, katların, dairelerin oluyor. Bunların sonu yok! Bir sürü insanı başına dert alıyorsun. İlgilenmek zorundasın, senin sorumluluğuna giriyor. Bana altından tepside cumhurbaşkanlığını sunacaklar, altıyla üstüyle dünyayı bağışlayacaklar almam. Ben küçük 10 kişilik bir bireyi bile yönetmekte zorluk çekiyorum. Ben kendi grubumu, yetimlerimi düşünüyorum. Sıkıntıya giriyorum. BENİM KAPIM HERKESE AÇIK — Kimler Murat Kekilli’nin kapısını çalıyor, Murat Kekilli kapısını kimlerin çalmasını istiyor? Kapımı herkesin çalmasını isterim. Benim kapım herkese açık. Dağlara gittiğimde, Toroslara çekildiğimde kapımı çalmayanın zorla yolunu çeviriyorum. Bahçemden bir şey almayanın kafasını kırarım, yani mutlaka bir şey alıp öyle geçeceksin. — Meşhur bir sanatçı olmanız memleketinizde nasıl karşılanıyor? “O artık bizden biri” diyorlar. Çok sevecenler. “Ha şu bizim Murat mı?” esprisi yapılıyor. Adana’ya bir müddet gidemediğim zaman söylentiler geliyor kulağıma. “Murat Kekilli küçükken ben ona çok tokat attım” diye takılıyorlar. “Küçük, kısa donu vardı onun. İncir satardı, süt satardı.” DÜNYAYI SONUNA HAZIRLIYORUZ GİBİ HİSSEDİYORUM — Murat Kekilli’nin ahir zamana dair bir kaygısı var mı? İnsanlar ahir zamanı anlayabildiler mi? Ahir zamanla alakalı benim bir kaygım yok. Ahir zaman kavramının var olduğuna inanıyorum, şuan da yaşandığına da inanıyorum. Göstergeler ahir zamanın bizzat içinde olduğumuzu gösteriyor. Ben biraz evren bilimine meraklıyım. 500 inçlik bir teleskopum var. Merakım olduğunu belirtmek için bunu söylüyorum. Yıllarca bilim ve teknik dergisine aboneydim. Her ay evime gelirdi. Şunu biliyoruz mesela; dünya günde 17 milyon km yol kat ediyor. Zamanın hızlandığına inanıyorum. Sanki eskiyi hatırlamıyorum gibi geliyor bana. Zaman şimdi daha hızlı ilerliyormuş gibi… Dünya bir hız kazanmış gibi hissediyorum. Sanki dünya bir yere yetişmeye, bir sona yetişmeye çalışıyor da biz insanlarda dünyaya yardımcı oluyoruz. Dünyayı sonuna hazırlıyoruz gibi hissediyorum. Tabi bu tamamen bir his. Yani içgüdülerime dayanarak söylediğim sözler bunlar. Dünyaya özellikle internetten sonra yayılan bir kötülük var. Aralarında iyi niyetlileri de var tabi. Ama ben buna inanmıyorum. İnternet bir yok oluşa hazırlanmak gibi. Sanayi devriminden sonra bu döneme gelmek kaçınılmaz da… BİZ HER ŞEYİMİZİ KAYBEDİYORUZ Televizyonların hep şunu al, bunu al, al hepsi senin olsun, en çok şunu tüket, sevgiler günü, anneler günü, babalar günü bunların hazırlayıcısı yani. Bizi sahip olmaya yönlendiriyorlar. Sahip olma açgözlülüğümüzü körüklüyor. Bu yönümüzü güçlü kılıyor. Yavaş yavaş aç gözlü bir yaratık olup çıkacağız. İnsanlığımızı yavaş yavaş kaybediyoruz. Biz artık yolda birisi vurulduğunda arkamızı dönüyoruz, kapkaççı birisini sürüklediğinde “aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın” deyip arkamızı dönüyoruz. Eskiden biz böyle değildik. Tarihimizde böyle şeyler yoktu. Biz her şeyimizi kaybediyoruz tarihimiz gibi. Ahir zamanda bunun için, bir cümleden çıkarak işlenilmiş bir konuydu. Şu andaki durumu anlatıyorum ben. O yüzden diyorum ki ben bu tarafta kalamam. Çünkü artık beni yansıtmıyor bazı şeyler. Benim başka bir yerden bakmam gerekiyor. Buna ukalalık derseniz ukalalık olsun hiç fark etmez. Ama benim bu tarafta işim bitti. Buradaki arkadaşlara başarılar diliyorum. Benden yardım isteyen arkadaşlara yardım ederim, anlat derlerse anlatırım. O tarafta neler var anlatırım o zaman. 3–5 TANE KOYUN ALIP ÇIKACAĞIM DAĞLARA Ama o tarafta hakikaten bir şeyler biriktireceğim. Buda bir cesaret işi. Ben sahip olduklarımı feda etmeye hazırlanan bir insanım şu anda. Daha fazla bir şey istemiyorum, her şeyi gördüm. Reklâmlarda yazdığı gibi “her şeyim var tek eksiğim senin vereceğin oy” değil. Ben oy da istemiyorum, ben hiçbir şey istemiyorum. Şuan sahip olduklarımı da Allah nasip ederse eşit şekilde pay edeceğim. Sopaysa sopa, asaysa asa ne gerekse ben 3- 5 tane koyunumu alıp, çadırımı açıp çıkacağım dağlara… Eski kitapları elime alıp tekrar okumak istiyorum. Fuzuli, Gazali, Nazım Hikmet… Ben tekrar yeni baştan onları gözden geçirmek istiyorum. Günümüzün yazarlarını; Bülent Akyürek’i, Mustafa Kaya’yı da okuyacağım. Tarihimi gözden geçireceğim. Unuttuklarımı hatırlayacağım. Silinmiş benliğimi hatırlamaya çalışacağım. Yemin ederim ki yeni baştan insan olduğumu hatırlatacak bana bunlar. Yani daha çok sevmeyi öğretecek. Ne biliyim karıncaya kıyamamayı yeni baştan öğretecek, buna inanıyorum. İnandığım değerler bunlar, evet ahir zaman buydu… — Son sorularımı biraz kişiselleştirmek istiyorum. Bu röportaj internette yayınlanacak. Ogretmenler.com gibi Türk öğretmenlerin muhakkak ziyaret ettiği bir sitede okunacak. Haberaktuel.com’da yayınlanacak… Sitelerimiz aracılığı ile röportajımızı okuyan okurlarımıza ne demek istersiniz? Vallahi eğitim şart! Ben öğretmenlerime ne söyleyebilirim ki? Ben öğretmenlerimle öğrenmeye başladım. Tarihimizi de onlardan öğrendim. Geleceğimi de ona göre çizmeye başladım. “Nasıl olmalı, neye karar vermeliyim” onlardan aldığım eğitimle yola çıktım ben. ÖĞRETMENLERİMİN ÜZERİNE TOZ KONDURMAM — Hafızalarınızda iz bırakan bir öğretmen var mı? Hafızamda yer eden çok öğretmenim var. İlkokul öğretmenlerimden bile hatırladıklarım var. Kazım öğretmen vardı, mandolin çalardı mesela… O çok güzel mandolin çalardı. Ortaokulda resim öğretmenim Ülkü Karabiber Hanım vardı. Gülderen Yalçınkaya müzik öğretmenimdi. Sosyal Bilgiler öğretmenim Mehmet ... Soyadını hatırlamıyorum. Tabi lisede çok öğretmenin vardı. Bir tanesi milletvekili oldu şu anda. Adana Milletvekili Recep Garip, şuan mecliste. Çok teşekkür ediyorum onlara. Güzel bir yön çizdiler bana. Benim dönemimdeki öğretmenlerimden ben çok memnundum. Allah razı olsun söylenecek hiçbir şey yok. Üzerine toz kondurmam onların. İNTERNETTEN SEVGİ NASIL ANLATILIR BİLMİYORUM — Sanırım ilk defa ulusal bir internet sitesiyle röportaj yapıyorsunuz İnternet medyasıyla ilgili düşünceniz nedir? Evet, ilk defa bir internet medyasıyla röportaj yapıyorum. Şimdi biraz önce atıp tuttum, gayette güzel atıp tuttum. İnternete sövdüm, saydım, oh canıma değsin. Ama artık internetten iletişim kuruyoruz, o da doğru. İnternetten sevgi nasıl anlatılır bilmiyorum. Bu anlattıklarım yazıya dökülünce nasıl bir etki bırakacak insanlar üzerinde onu da bilemiyorum.

Bu Festival Fırtına Gibi Esti


Arsuz Belediyesi İkinci Kültür ve Sanat Festivali etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen etkinliklerde sahne alan Sevtuğ, Habip, İntizar, Latif Doğan ve Murat Kekilli, vatandaşlara unutulmaz anlar yaşattılar. Star TV’de ‘Hakan Türkiye yollarında’ isimli programı sunan Hakan Doğanay’ın da muhteşem bir şov yaptığı festival günlerinde, en büyük alkışı Belediye Başkanı Fuat Süme aldı. KEKİLLİ HAYRANLARIYLA BÜTÜNLEŞTİ Gecenin ilerleyen saatlerinde sahne alan Anadolu Rock Şarkıcısı Murat Kekilli ise vatandaşları coşturdu. Haber ekibimiz ünlü sanatçıyla kuliste görüşerek, duygu ve düşüncelerini aldı. Adanalı olmasına rağmen bu bölgeye ilk defa geldiğini vurgulayan Murat Kekilli; “Bu yöreye konser vermek için ilk defa geliyorum. Daha önce hiç gelmemiştim. Arkadaşlarım buraya geleceğimi duyduklarında ikinci Bodrum’a gidiyorsun demişlerdi. Çok doğru söylemişler. Burası ilerleyen yıllarda Bodrum’dan da parlak bir yıldız olacak. Arsuz tam bir medeniyet ve kültür mozaiği konumunda. Daha önce gelmediğim için üzülüyorum. Ama ümit ederim bundan sonra daha çok davet edilirim ve gelirim.” şeklinde konuştu. Daha sonra sahneye çıkan Ünlü Sanatçı Murat Kekilli, vatandaşlarla kurduğu birebir iletişimle takdir topladı. Yaklaşık iki saat sahnede kalan Kekilli, bir zamanlar olay yaratan şarkılarını Arsuzlular için söyledi.

Kekilli Herşeye Rağmen Almış Başını Gidiyor...

O'nu ilk kez Reha Muhtar'ın haberlerinde gördüm. Adı Murat Kekilli. Genç, sevimli bir şarkıcı. Ama Muhtar, o gece aynı fikirde değildi. Ona göre Kekilli, insanları intihara sürükleyen bir toplum düşmanıydı. Haber ilgimi çekti, biraz daha izledim. Bu genç adam bir beste yapmış ve şarkısı dillere pelesenk olmuş. Şarkının ismi "Bu akşam ölürüm, beni kimse tutamaz". Ne var bunda diyeceksiniz. Ama kazın ayağı öyle değil. Meğer bu şarkı insanları intihara teşvik ediyor, ölüme sürüklüyormuş. Tam 17 kişi bu melodiyi dinleyince intihar etmiş. Kim etmiş, nerede etmiş? Bilen yok. Kısaca palavranın dik âlâsı. Ama Reha Muhtar'ın muhabiri, elinde mikrofon, Murat Kekilli'yi bir köşeye sıkıştırmış soruyor: "Sizin şarkınız yüzünden 17 kişi intihar etmiş. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?" Çocuk şaşkın, çaresiz kendini savunuyor: "Bunu kim söylemiş. Bana bir tek isim verin." diyor. Ama acemi muhabir, emri büyük yerden aldığı için ısrar ediyor: "Kabul ediyorsunuz değil mi? Sizin yüzünüzden 17 kişi intihar etmiş." Muhabbet böyle sürüp gidiyor. Somut tek bir isim yok. Dedim ya, hepsi palavra. Sonra Reha Muhtar ekranda beliriyor ve patlatıyor nasihatını: "Ketili misin, Kekili misin, adını bile bilmiyorum, arkadaşlarıma sordum onlar da bilemediler ama insanları ölüme sürüklüyorsun. Onları hayata bağlamaya çalış, bir sanatçının görevi budur. Bak Ebru Gündeş'e, ondan ders al" (Ne demekse). Reha Muhtar'ın bu nasihatına rağmen, Murat Kekilli'nin şarkısı gün geçtikçe dillere dolanıyor. Sanki ona inatmış gibi. Birkaç gün sonra Hürriyet gazetesinde onunla ilgili tam sayfa bir röportaj. Murat, giderek ünlü oluyor. Ama bunun bedeli de yok değil. Röportajın başlığı şöyle: "İntihar provokatörü rock'çı". Muhabir kardeşimiz attığı başlıkta zaten kararını vermiş. Derler ya, hem savcı hem yargıç. Soruyor: "İnsanları intihara sürükleyen bir şarkı ile ünlenmek sizi rahatsız etmiyor mu?" Ama Kekilli'nin verdiği yanıtlar son derece aklı başında. 'Habercilerle' dalgasını geçiyor ve şarkının nasıl ünlü olduğunu şöyle anlatıyor: "Bu şarkıyı 12 yıl önce yine aynı şirkette kasete okumuştum. Tutmadı. Kimse almadı... Sonra ağustos depreminde, enkaz altında kalan evlerden birinde, küçük bir kâğıda yazılmış 'Bu akşam ölürüm' adlı bir şiir çıkmış. Bir gazetede 'Muhtemelen bunun şairi de ölmüştür' diye de bir yazı yayımlanmış. Ertesi gün firmanın sahibi beni çağırdı, 'Şarkıyı yeniden yapacağız' dedi." Aynı gazetede, aynı röportajın yanında, Özdemir İnce'nin (dolaylı bile olsa) bu konuyla ilgili bir yazısı var. "Şair arkadaşlarım 26 yıldır intiharı pazarlıyor" başlığı ile yayımlanmış. Özdemir ince, Albert Camus'den, Gothe'ye kadar birçok yazarın intihar konusundaki görüşlerini aktarmış. Ve yazısını şu son cümlelerle bitirmiş: "Fransız şair Tristar Cabral ilk kitabını güya intihar etmiş genç bir şairin eseri olarak yayımlamış ve birkaç hafta içinde büyük üne kavuşmuştu. O ün hâlâ devam ediyor." Ne adammış bu Murat Kekilli. Herkese rağmen almış başını gidiyor. ÇÜNKÜ ONUN ŞARKISINI İNSANLAR SEVİYOR. Siz seversiniz, sevmezsiniz. Orası kimseyi ilgilendirmez. AMA LÜTFEN, BU GENÇ İNSANLARIN ÖNÜNÜ KESMEYİN. Var olmayan iddiaları gerçek gibi göstermek, ona buna hakaret ederek ucuz kahramanlıklara soyunmak koca koca insanlara hiç mi hiç yakışmıyor. Şarkıları kendi başına bırakın. Onlar gidecekleri gönülleri bilirler.

Beni Şöhret Erdirdi


Bu haftaki konuğumuz, Rock müzik piyasasında önemli bir yere sahip olan Murat Kekili. Kekili, sevenlerinin hayatına ''Bu akşam ölürüm'' şarkısıyla 1995'te girdi. Müziği ve sıradışı kimliğiyle de bir daha hiç çıkmadı. Kekili, ''Bu akşam ölürüm'' şarkısı yüzünden intihar eden insanların olduğu yönündeki haberlerle üzerine fazla gelindiğini söyleyerek, memleketi Adana'ya yerleşti. Dağda yaşadı, fakat arkadaşları onu yine müzik piyasasına çekti. Müzik yapmayı kendisine yüklenmiş bir misyon olarak gören Kekili'nin, ''Şöhret olduktan sonra hayatımdaki çelişkilerimi farketmeye başladım. Şöhret beni olumlu anlamda etkiledi'' sözleri oldukça ilginç. Magazin ve spor dünyasında şöhret olduktan sonra, bu yükü kaldıramayıp eşini boşayan, gece, içki-fuhuş âlemine dalan kişilerin sayısı oldukça fazla. Ama Kekili başka bir iş yaptı ve şöhret olduktan sonra kendi deyimiyle ''çelişkilerini'' farkederek ''olgunlaştı.'' Sohbetimizde Kekili'nin şöhretle birlikte yaşadığı değişimi aktarmaya çalıştık. - Albümleriniz ve ''Bu akşam ölürüm''le başlayan ''intihar'' tartışmalarıyla gündemde yer aldınız. Müzik çalışmaları ve yaşanan tartışmaların ardındaki Murat Kekili kimdir, kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? - Ekran karşısında nasıl duruyorum bilmiyorum, ama ekran arkasında nasılsam öyle durmaya çalışıyorum. Orada anlattıklarım her neyse, üzerine tek kelime bile koyacak değilim. Murat Kekili Adana'da doğup büyüyen, ilk, orta ve lise eğitimini orada almış, ekonomik kaygılar içinde büyümüş, daha sonra İstanbul'a gelmiş ve albüm çalışmalarına başlamış, gel-gitler yaşamış bir insan. Geri kalanını zaten biliyorsunuz. - Hayatınızdaki inanç ve kutsallarınız neler? - Kendi doğrularımı buraya sığdırmak çok kolay olmasa gerek. Benim doğrum anneme saygıda, özlerime ve köklerime sahip çıkmada yatar. Benim doğrularım gelecek nesil ve kendi geleceğime doğru ve dürüst davranmada yatar. Olduğum gibi görünmek benim için olmazsa olmazdır. - ''Olduğum gibi görünme'' sözünüzden hareket ettiğimizde, yaptığınız müzik itibariyle biraz isyankâr, hatta giyiminiz itibariyle yanlış anlamayın ama ''Satanist'' olduğunuz yönünde bir intiba oluşturuyorsunuz. ''ALLAH'A ŞÜKÜR MÜSLÜMANIM'' - Giyim kuşam, insanın özel zevkleridir. İnsanların kafasında siyah giyiniyorum diye ''satanist'' olduğum yönünde bir düşünce oluşuyor. Bu anlamda aldığım ilk eleştiri de sizden değil. Allah'a şükür satanist, Budist veya sonu ''izm''le biten herhangi bir şey değilim. Ben sadece bir insan ve Elhamdülillah Müslümanım. Doğruları tam olarak yaşayıp yaşamadığım tartışılır, her insan gibi bizim de eksikliklerimiz var. Kendimize çekidüzen vermemiz gereken yanlarımız var. Ama mümkün olduğu sürece doğru Murat'ı ortaya koymaya çalışıyorum. Kendimle çeliştiğim zamanlarda, kendimi sık sık eleştiririm. - ''Elhamdülillah Müslümanım'' diyorsunuz. İslâm'ın hayatınızdaki önemi ve ağırlığı nedir? - Hayat inanmakla başlar. Bir defa var olduğunuza inandığınız anda varsınızdır. Yokluğu tartışabilmek için var olmak, varlığı tartışabilmek için de yok olmanız lazımdır. Bunlar birbirinin tamamlayanıdır. Allah'a şükür, inanan bir insanım. Bunu söylemekten de hiçbir çekince veya utanç duymam. Herhangi bir arkadaş ortamını bir kenara bırakın, televizyon karşısında veya konserimde inançlarım sorgulanmaya başlandığında doğru bildiğim ne varsa anlatırım. Herhangi bir kurumdan veya kişiden çekincem yoktur. Dünyadaki Müslüman devletlerin içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan ötürü, inanmak Müslümanlar için sanki utanç verici bir hale getirildi. Ben bundan son derece rahatsız oluyorum. ''ALLAH, ALKOLLÜYÜ MUHATAP ALMAZ'' - Müziğe barda çalarak başladınız, değil mi? - Adana'da üç seneye yakın barda çalıştım. - Şu anda barlarda çalışıyor musunuz? Avrupa'da genellikle disco-barlarda konser vermek zorunda kalıyorsunuz. Ancak açık söylemek gerekirse, mümkün olduğu sürece alkollü mekânlardan kaçıyorum. Alkol, insanın beynini uyuşturuyor. Benim beynime ihtiyacım var, akıllı düşünmek zorundayım. Allah, aklıselim olanları muhatap alıyor. Bu durumda aklı uyuşuk olan alkollüleri muhatap almıyor demektir. - 5 yıldızlı otellerde hiç çıktınız mı? - Şu ana kadar hiç çıkmadım. - Bu bir tercih mi, yoksa teklif mi gelmedi? - Tercih.. Yaşantıma göre işler yapmak istiyorum. Mesela; ilk kasetim çıktığı dönemde bölüm başına 50 bin dolar verilerek dizi teklifleri geldi. Kafamızda ''10 bölüm çeksek bir daha hiç çalışmamız gerekmez'' gibi düşünceler oluşmadı değil. Ama kabul etmedim. - Niye? - Kabul etseydim, içimdeki Murat'ı kaybederdim ve amacım yavaş yavaş para kazanmaya doğru kayardı. Hayatım boyunca nefret ettiğim bir şeye sarılacaktım. Bu teklifleri kabul etttiğimde, hâşâ paranın yavaş yavaş ilahlaştırıldığını görmeye başlayacağımdan korktum. Kabul etseydim, bu tekliflerin devamı gelecekti. Her türlü paraya açık olmaktan korktum. İyi ki reddetmişim. Allah'a şükür, Murat Kekili olarak sapasağlam ayaktayım. - Alkol alır mısınız? - Barlarda çalıştığım dönemde alkol aldım. - Şimdi içer misiniz? HEM İÇKİ, HEM NAMAZ OLMUYOR - Artık içmiyordum. Alkollü ortamda çalarken de Cuma namazlarını kaçırmazdım. Ama zaman içerisinde insanlar çelişkilerinin farkına varabiliyor. Hem içki, hem namaz birarada olmuyordu. Tercihimi kullandım. Açıkçası şöhretten sonra hayatıma çekidüzen vermeye başladım. - Şöhret sizi olumlu anlamda etkiledi o zaman. Başka bir deyişle, sizi şöhret erdirdi diyebilir miyiz? - Kesinlikle, böyle bir şey olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Tam tersi olması gerekirken, beni olumlu anlamda etkiledi. ''Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim'' denilir ya, Allah'a şükür iyi insanlarla karşılaştım. Bu bir nasip ve benim nasibim buymuş. - İlk kasetinizi 10 yıl önce çıkardınız. 10 yılda ne kazandınız? - Allah'ın sevgisini kazandığımı hissediyorum. Geri kalanını boşverin, Allah bir şekilde rızkı nasip ediyor. Ne kadar kazandığım önemli mi? Biz öleceksek ve bunları ardımızda bırakacaksak dünyaları kazanmanın bir anlamı var mı? Allah'a şükür maddi bir kaygım yok, ama fazla bir şeyler kazandığımı söyleyemem, mesela yatlarım katlarım yok. - Kendinizi yetiştirmek için dini kitaplar okur musunuz? - Bir dönem okudum, ama şu an inanın okumuyorum. Arkadaş ortamında sohbetler oluyor, sohbetlerde zaten bu konular konuşuluyor. Arkadaşlar, Efendimizin yaşantısıyla ilgili çok hoş hikâyeler anlatıyor. Dolayısıyla eksiklerimi sohbetlerle tamamlamaya çalışıyorum. ¥ Devamı: 17.Sayfada ''TELEVOLE BANA GÖRE DEĞİL'' - Sizi televole tarzı programlarda çok fazla görmüyoruz. Özellikle mi çıkmıyorsunuz, yoksa size yer mi vermiyorlar?.. - Dejenerasyondan ötürü çıkmam. Haberlerinde ''Ayşe Ali'yle çıktı, Ayşe Ali'den ayrıldı, bu sefer Mehmet'le çıktı'' deniliyor. Bunlar bana göre değil. Gece yaşantısına bir şekilde beni çekmek isteyenler oldu. Bana ''Şu bara gelin, sizi çekelim, şöhretinize şöhret katarsınız'' denildi. Bu işi severek yapıyorum ve şöhret olma kaygılarıyla İstanbul'a gelmediğim için teklifleri elimin tersiyle ittim. - Sanat dünyası ve sanatçıların bir gecelik ilişkiler ve aşklarla gündeme gelmesi, bir sanatçı olarak sizi nasıl etkiliyor? - Ben iyi ki öyle değilim diye düşünüyorum. Bunlar doğru bir tarz değil. Onların yaşantılarına müdahale edecek değilim, kendi doğrularımı yaşamakla sorumluyum. Söylediklerimle yaşadıklarımın örtüşmesi gerektiğine inanıyorum. İnsanız, dönem dönem hepimiz hatalar yapıyoruz. Ayağımızın kaydığı anlar oluyor. Azami ölçüde bu hatalardan korunmak gerekiyor. - Dini eğitim aldınız mı? - Aldık tabii... Kur'an kursuna gitmedim, ama rahmetli dedem imamdı, o öğretirdi. Namaz kılacak kadar sûreleri ezbere biliyorum. Kur'anı Kerim'i yüzünden okuma konusunda ise eksiğim var, tamamlamam gerekiyor. - Annenizi hacca gönderdiniz, kendiniz de hacca gitmeyi düşünüyor musunuz? - İnşallah, nasip olursa niye olmasın. - Yakın gelecekte böyle bir plan var mı? - Planımız elbette var. Bu bir nasip meselesi, Allah ne zaman yazdıysa o zaman gideriz. Zamanı tayin eden Allah. İnşallah nasip olur da, biz de o topraklara yüz süreriz. ''EKMEĞİMİ TOPRAKTAN ÇIKARIRIM'' - Sanat dünyasında alışık olmadığımız bir şekilde doğal bir yaşam sürüyorsunuz. Nedir sizi doğal kılan? - Dünyada Mevlana, Yunus Emre, Karacaoğlan, Sultan Süleyman'lar yaşadı gitti. Hatta Hz. Muhammed geldi ve gitti. Ortak özelliklerine baktığımızda kendilerini maddeden soyutladıklarını görürüz. Bu insanlar maddiyatın dışında bulmuşlar mutluluğu. Ben de onlar gibi mutluluğu başka yerlerde arıyorum. Konser anlaşmalarımda bile bu durumu gözönünde bulundururum. Belediyeler, sosyal patlamaları önlemek veya insanları rahatlatmak için etkinlikler düzenleniyor. Festivaller için çok büyük rakamlar ödeniyor. Bu rakamların ödendiği belediyenin coğrafyasını gezin, belki 40 bin tane çukur vardır. 40 milyar yerine 10 milyar alsanız, geri kalan 30 milyarla 30 çukur kapanır. - Fiyat belirlerken konsere gittiğiniz belediyenin sosyal durumunu da gözönünde bulundurur musunuz? - Doğru olan budur, her şeye dikkat edeceksiniz. O bölgede yaşayan insanın doğru bir asfaltta yürüme hakkı, doğru bir eğitim alma hakkı, ne bileyim sağlık ocağında ücretsiz tedavi olma hakkı var. Bunları gözönünde bulundurmamız gerekir. Müsriflik yapmadan bir yol yordam belirlense, birçok gedik kapanacak. Hakkımın ötesinde iş yaparım, ama hakkımdan fazlasını almam. - Fiyatınızı düşük tutmada ''konser teklifleri azalır'' korkusu var mı? - Allah'a şükür, teklifler azalsa da umrumda değil. Müzikten para kazanamazsam, toprakla uğraşabilirim. Ufak da olsa ekip biçebileceğim bir arazim var, bulgurumu aşımı oradan çıkarırım. Ben müziği kendime yüklenmiş bir misyon olarak görüyorum. - Nedir bu misyon? - Müthiş bir dejenerasyon var, bu bozulmayı televizyonlara baktığınızda çok rahat görebilirsiniz. Ailemizle televizyon seyredecek durumda değiliz. Ahlâki bir çöküntü var. - Müziğinizle topluma ahlâki katkıda bulunduğunuzu mu düşünüyorsunuz? - Zerre kadar olsa bile katkım olduğunu düşünüyorum. Belki de kendimi kandırıyorum. - Yaşlandığınızda nasıl bir Murat Kekili olmak istersiniz? - Arkasından ''Allah Razı olsun'' denilen bir insan olmak istiyorum. Ama müzik piyasasında fazla kalacağımı zannetmiyorum. - Üretemediğiniz için mi, yoksa başka sebepleri mi var? - Üretkenlikten bir sıkıntım yok Allah'a şükür. Yoruldum ve birikimlerimi benim gibi müzisyen olmak isteyen insanlara aktarmak istiyorum.

Murat Kekilli İstanbul Soğuğunda

İntihar söylentileriyle önce şarkısı ünlü olan Murat Kekilli İstanbul soğuğunda donuyor, borçla yaşıyor Ali Eyüboğlu Polis kayıtlarında, "Bu Akşam Ölürüm" şarkısı için bir kişinin dahi intihar ettiğine ilişkin bir kayıt yok. "Fısıltı gazetesi"nin, "Uğruna intihar edilen şarkı" ve "Söyleyeni bile intihar etti" şeklinde yaydığı "atlatma haber", çok geçmeden yazılı basında da kendine yer buldu. Bu sayının önce 11, sonra 17, son olarak da 37 kişi olduğu yazıldı. O halde, bu söylentilerin sebebi ne? Çünkü şarkı, yorumcusundan önce şöhret oldu. Hem de albüm çıktıktan 4 - 5 yıl sonra... Tanınmayan bir şarkıcının yorumladığı "Bu Akşam Ölürüm"ün, her yerde çalınıp söylenmesiyle, şarkıyla ilgili rivayetler de dilden dile dolaşmaya başladı. Reklam için çiğ tavuk yiyenlere, bir mezar taşının başında fotoğraf çektirip, "Babam burada yatıyor" deyip, babasını diri diri mezara gömenlere sıkça rastlanan müzik dünyasının fertlerinden Murat Kekilli'nin, "Şarkımız için insanların intihar ettiği söylentilerini çıkaran biz değiliz. Bu söylentiler beni de rahatsız ediyor. Bir şarkı için intihar edilir mi?" demesi, kime, ne kadar inandırıcı gelebilir. Konforsuz oteller Şarkıyla ilgili söylentiler ve yaşadıkları ekonomik darboğazın kendilerini bunalttığını vurgulayan Kekilli, "Her şeyi bırakıp, toprağıma dönmeyi bile düşünüyorum. İstanbul'a gelmeden önce Adana halinde çalışıyordum. Hamallık yapıp, kamyonlardan karpuz boşaltıyordum. Hiç yüksünmeden yine hamallık yaparım" diyor. Kekilli ve arkadaşları, sadece şarkılarıyla değil, yaşam tarzlarıyla da meslektaşlarından farklı. Onların meskeni konforsuz oteller. Beyoğlu'nda konakladıkları eski otelin 17 Ağustos depreminde duvarları dökülünce Cihangir'deki Palace Otel'e taşınan Kekilli, iki arkadaşıyla aynı odada kalıyor. Henüz para yok Müzikten henüz para kazanmaya başlamadıkları için borcu borçla kapatıp, kıt kanaat geçindiklerini söyleyen Kekilli ve arkadaşları, bestelerini de yemeklerini de konakladıkları otelin odasında yapıyor. Otelin kaloriferi günde birkaç saat düşük ısıda yandığı için soğuk kış gecelerinde çifte battaniyeyle yatmasına karşın üşüyen Kekilli, "İlk kasetimizi hemşerim Ferdi Tayfur'un şirketinden çıkarmıştık. `Satmıyor' diye 7 kez kovdu bizi şirketten. 5 - 6 aydır iyi satıyor, ama bize faydası yok. Yeni kaset çıkalı 1.5 ay oldu. Tirajı 100 bini aştı. Ondan da henüz para kazanamadık. Ama ileride kazanacakmışız... O zamana kadar toprağımıza dönmezsek eğer" diyor ve ekliyor: "Hep, bir teleskobumun olmasını istedim. Bu yaşıma kadar para kazanıp, onu alamamış olmak çok zoruma gidiyor."

Orhan Veli; Murat Kekilli

Bir Garip Orhan Veli; Murat Kekilli Kekilli soy ismi uzun süredir Türkiye’nin gündeminde... MURAT KEKİLLİ denilince özgün müzik yapan, kendi kuralları olan, ilginç bir insan portresiyle karşı karşıya kalıyoruz. Giyime, kuşama, davranışa, beşeri münasabetlere, paraya, turaya, acayip uzak; başka bir boyut fotoğrafı çıkıyor karşımıza... Biz çözemedik, çözeni de görmedik... Ama seveni çok gördük... Hatta fanatik gruplarıyla tanıştık. Hepsi de‘Bu AKŞAM ÖLÜRÜM’şarkısını rüyasında bile ezbere söyleyen genç bir kitle... İNTİHAR HABERİ Murat Kekilli’nin bu parçası gazetelere manşet olmuştu: ‘İNTİHARLARI ÇOŞTURAN ŞARKICI’ diye... O dönem Murat Kekilli köyüne geri döndü. Sessiz kalmayı yeğledi. Huzurlu bir hayatı seçen şarkıcı; aslında hiç konusu olmayan bu durumlara şaşkınlıkla bakıyordu. Anlayamıyordu... Böyle bir hayatın içinden gelmiyordu çünkü. Onun yaşadığı yerlerde şiddet, iftira, kin yoktu... Tavuklar, inekler, çobanlar, doğa, akan sular, köpekler, az para, peynir ve sevgi daha çok var... Burada ne yapıyorum diye acaba düşünmedi mi? Kesinlikle böyle düşüşler yaşadığı düşüncesindeyim... ‘BU AKŞAM ÖLÜRÜM’ Bu akşam ölürüm Beni kimse tutamaz Sen bile tutamazsın Yıldızlar bile tutamaz’ dediğinde onun en sevilen parçası olacağını o bile tahmin etmiyordu. Kader... İnsanları oradan oraya taşıyor... Yeni albümün ismi ‘AVARA’ olacak. Karacaoğlan’ın sözlerine Kekilli müzik yapıyor. Çıkan şey Kekilli gibi kılı kırk yaran, yüreğiyle hareket eden bir şarkıcıyı harekete geçiriyor. Albüm kapıda... Ayrıca ‘AYRILIK’ isimli çok güzel bir parça daha var. İçindeki şiiri okumalısınız, dinlemelisiniz... Mustafa Kaya’nın ‘AYRILIK’ tanımı iç acıtıcı... Albümün aranjörlüğünü AHMET KOÇ üstlenmiş. Bir polemik var ki ilk videoyla ilgili. Gelen haberler ‘EŞŞEK GÖZLÜM’ diyordu. Karar değişmiş; ‘AYRILIK’ parçası radyoların gözdesi olmuş. KEKİLLİ de manevra değişikliğiyle buna klip çekicek.

Medyadan Ödüm Kopuyor



Medyadan ödüm kopuyor Medyadan korkuyorum... Diyorsun ki; ben buna mavi bakıyorum, hayır o mavi değil bu siyah, hayır ya benim içimden öyle geliyor diyorsun, hayır diyor sen yanılıyorsun SAVAŞ AY: Akşam gazetesi uğurlu gelmiş sana. - MURAT KEKİLİ: Evet abi, uğura inanırım. SA: Bir anlamda enkaz altından sen çıktın gibi bir durum var. - Bir nevi, bir yerde öyle oldu. Ben değil de biz çıktık, topluca gurubumla. Top yekün vardık kasette tek değildim yani. SA: Bir anda böyle alakasız bir hayatın içinde buldun kendini, gördüğüm kadarıyla şöhret olayım, medyatik olayım diyen bir adam değilsin sen, sadece sağlam bir iş yapayım derken bir anda bambaşka bir şey, masal dünyası gibi ama yine de sevmedin yani şöhretin böylesini sevmedin gibi geliyor bana. - Evet SA: Korkuyorsun sanki değil mi, bir şeylerden taviz vereceğim diye, hayata karşı bir duruşun var bir bakışın var, bu yalakalarla beni karıştırırlar diye? - Vardır abi vardır evet. Genel olarak toplumun baskılarından hep kaçındık, korktuk bugüne kadar, kendi kişiliğimizden taviz verir miyiz, vermez miyiz korkuları hep vardı içimizde, çünkü çok çabuk bir yerlere getirebilen, çok çabuk da indirebilen bir toplumduk. Toplumu çok iyi özümsediğimi söyleyemem, çünkü bu hayatın içinde birisi değilim hala da değilim. SA: Kendini hangi hayata ait hissediyorsun? - Klipten yola çıkarak anlatabilirim bunu size, orada oynadığımız bir kişilik var, gizemli bir insanı oynadık, yüzümüz kapalıydı klipte, daha önce de göstermemiştik biz bunları, kasette de biz gizemliydik, fotoğraflar hep gizemliydi. Biz sözlerimizle anlaşılabileceğimizi umut ediyorduk ve oluyordu. Beş yıldır bu şarkı vardı ve hiç yüzümüze ihtiyaç duyulmamıştı. Beyoğlu'nda bangır bangır, Türkiye'de her tarafta çalınıyordu, yazlıklarda dinleniyordu, girebileceğimiz hangi nokta varsa her tarafa girdik ve bunu yüzümüzü göstermeden biz başarmıştık zaten. Eski albümde Bu Akşam Ölürüm vardı, ama son albüme eski albümden iki tane üç tane parça aldık, aralarında Bu Akşam Ölürüm vardı, Bu Akşam Ölürüm klip çekilecek listede altıncı sıradaydı, tabandan gelen tepkiler nedeniyle patronumuz ilk klibi ona istedi biz de kırmadık. SA: Sen çok kitap okur musun? - Valla, hiç ayırt etmem ne bulursam okurum. SA: Genç Verder'in Izdırabı diye bir kitabı var Gothe'nin duydun mu hiç? - Duydum abi. Kitabı okumadım ama adını duydum. SA: Verder çok genç bir çocuk, kendinden büyük yaşta bir kadına tutulur. Bu kitabı genç yaşta okuyan çocukların tüme yakını intihar etmiş, kasete yüklenmek istenen nosyon bu gibi geliyor bana, ama sen de bunu reddediyorsun, bugün psikologlar da söylemiş. Batsın Bu Dünya çok daha pesimist, çok daha... - Onu da okudum evet. SA: Belki patronun bu kitabı okumuştur, madem çok kitap okuyan adam, öyle bir yerden bir esinleme oldu mu acaba diye sordum? - Bu Akşam Ölürüm'ü ilk sıraya geçirdiğimizde bunu oynarken biz kendisiyle konuştuk, yüzümüzü görmeye kimse ihtiyaç duymuyor. SA: Annen de mi ihtiyaç hissetmedi? - Annem de ihtiyaç hissetmedi, ben de ihtiyaç hissetmedim, arkadaşlarımız da. SA: Ne kadar oldu senin yüzünü görmeyeli annen? - Valla bilmiyorum ki. SA: Annene sorsan kesin bilir. - Şimdi bana kalırsa Şavaş Abi üç bin yıldır görmedim diyebilirim annemi, biz dizinin yanından hiç ayrılmadık. Akşam yedide en geç evde olurduk yani. SA: Kızıyor muydu baban? - Kızmaz, üzülüyorlardı, ben onları üzmeme bazında eve giderdik yani. SA: Kaç yaşındasın Murat? - Ben otuzundan gün aldım. SA: Burcun ne? - Koç SA: Benim de koç. Hangi ay? - 17 Nisan SA: Memnun musun burcundan? Lider ruhlu. - Liderlik vasıfları var da ben liderlik şeyi olsun istemiyorum hep bizsel bir şey olsun isterim. Bizcil daha güzel oluyor gücünü daha iyi hissediyorsun olayın. SA: Kimler var 'biz'de, kaç kişi sizin grup? - Önce beş kişiydik sonra birden bir milyon olduk, gidiyor şimdi. SA: Yurtdışında seviliyor musun sen? - Teklifler öyle yerlerden geliyor ki çok güzel, örneğin İsviçre'den geldi konser teklifi. SA: Sevmiyorsun popüler kültürü kalıcı olmak istiyorsun. - Tabii ki isterim kim istemez, çok istiyorum hem de kalıcı olmayı yüreğimden istiyorum. SA: Bu parça kalır mı yoksa Swatch saat gibi her sene başka bir şey mi çıkar, öngörün ne? - Bekleyeceğiz beş senedir tükenmedik, tüketilmesini istemiyorum benim öngörüm bu. SA: Bu senin temennin ama ne acaba Türkiye'de her şey... - Ama geleceği göremem. Ben size dedim bin basamak daha birincisinde bile değilim, siz benden ikinci üçüncü basamağı görmemi istiyorsunuz. SA: Bu sembollerle konuşmak bir şeylerin üstünü örtmek için mi yani belli noktalarda açıklıkların var. Böyle yuvarlak konuşarak bunu gidermek gibi bir taktik mi uyguluyorsun? - Kültürümüz de yetmeyebilir bunu anlatmaya, daha henüz oluşum aşamasında olabiliriz. Bu işi öğrenerek açıklayabiliriz, orası bilmediğimiz gizem daha. Yani üç sene sonra ne olacağını Murat Kekilli'nin bir sene sonra olup olmayacağını da bilmiyoruz. Şuradan çıkar ölürüm hiçbir şey bilmiyorum şu anda geleceğe dair. Zaman şimdiki andır diyorum, şu an önemli. Sonrası erken öncesi geç. SA: Çocuklar ne diyor yolda seni görünce, intihar abi mi geçiyor diyorlar? - Kekilli diyorlar iki 'l' ya da tek 'l' ile söylüyorlar. Şarkımı söylüyorlar bir de inanıyorlar bize diyorlar sakın değişme, neden, ben siz değişmeyin diyorum hep korktum çünkü. Dedim ya popüler kültür üretir ve pat kaybetme bir yıl sonra püf yok. SA: Sen değişecek misin? - Eğer değişim bana yarayacaksa çevreme yarayacaksa ben değişime hiçbir zaman karşı değilim. SA: Faydacısın yani? - Öyle olmak gerekli, sosyolojik bir varlık insan neticede o insanlardan ayrı yaşamıyorsun. O zaman faydan olmalı. SA: Sosyetik mekanlardan teklif gelirse ne düşünüyorsun mesela Etiler'deki barlardan? - Film teklifi gibi kafadan kestim attım, fiyatı ne olursa olsun. Doğru bildiğim yol bu, doğru bildiğim yoldan da şaşmıyorum. Kendime göre doğrulardan. SA: Yılmaz Güney için ne düşünüyorsun o da Adanalı? - O sevgilim benim. SA: Şimdi ikiye ayrıldı millet biliyorsun Yılmaz Güney tartışması var, katil ve lüpem miydi, sağlam bir sinemacı mıydı diye? - Benim sevgilim çocukluğumdan beri seyrettiğim. Onun hakkında söyleyebileceğim o kadar. SA: En çok hangi filmi etkiledi seni? - Filmin ismini hatırlayamıyorum desem. SA: Ne oluyordu filmde? - Valla hatırlayamıyorum. Polis bir arkadaşı var sürekli kaçıyorlar sevgilisiyle, Süleyman Turan hatta polis arkadaşı. SA: Mavi Çocuk? - Evet o Mavi Çocuk. Abi isimler aklımda kalmıyor benim, Yılmaz Güney'in pek çok filmini seyrettim ben. Belki de bütün filimlerini seyrettim kaçırmadım hiçbirini. SA: Başka kim var? - Kemal Sunal da öyle bizim sevgilimiz olmuştur. Yani gülmekten ziyade o toplumsal yaşayışı var ya o bize daha yakın o kırsal yaşantısı falan, o çok hoşumuza gidiyor bizim. SA: Siyasete nasıl bakıyorsun? - Tersim abi siyasete ters bir adamım ben. SA: Halkıyla kuyruğa giren bir lider nerede var yüzyılımızda gösterebilir misin? - Hz. Ömer'i okudum mesela, halkından birisinin vebal attığını duyuyor, alıyor iki çuvalı sırtlıyor götürüyor veya Hz. Ebubekir devlet içinde devlet mumunu yakan kendi evinde kendi mumunu yakan, eşine beş altın maaş verir biri ancak yiyeceklerini karşılayacak maaştır. Fakat bir ay sonra eşinin yeni fistan aldığını öğrenir, sen bunu nereden aldın der, ya der kıt kanaat geçiniyordur beş altınla ya ondan biriktirdim bunu aldım ha diyor bu maaş bize fazla geliyormuş demek ki der ve kendi maaşını düşürür. Bu yüzden severim yani bir insan niye sevilir kendinden önce halkını düşünüp halkıyla. SA: Nasıl olmalı sanatçı? - Kültürel devinimini tamamlamış ve insanların fikirlerine yön verecek düzeye gelmiş. SA: Sen şimdi kültürel deviniminin neresindesin? - Ben bin basamaklı bir merdivenin birinci basamaağına adımımı atmadım henüz yarısındayım şu anda. SA: Birinci basamakta baktığın zaman nasıl görüyorsun? - Birinci basamakta yoğun bir sevgi seli var, gökkuşağı gibi, beklemediğimiz bir sevgi yağmuru, bu derecesini beklemiyorduk. SA: Çok ıslanıp üşütmekten korkuyor musun? - Korkarım. SA: O zaman bir yerde bu sevgiyi durdurmak mı istersin? - Sevgiyi durdurmak değil, sindire sindire gitmek isterdik, fakat intihar söylentileri gündeme geldiğinde koptuk abi yani biz de koptuk. Dedik aman bir can mı inciniyor, ama baktık aslı astarı yok. SA: Sen intiharı düşündün mü hiç? - Hiçbir zaman. SA: Buluğ çağında olur ya? - Şimdi hatırlamıyorum bile. SA: İnsan intihar edecekse yöntemi ne olmalı sence? - İntihar olmamalı bence. SA: İntihar öz eleştirinin en soylu biçimidir der bir düşünür? - Doğru söylüyor ama şey var ölümde bir gizem hayatın parçası denilir ama gizem belki hayattan daha güzeldir. Ben tatmadım ama düşünüyorum. En sağlıklı insan bile düşünür intiharı, değil mi? O zaman intiharla benim hiçbir ilişkim yok.. Benim işim müzik biz müzik yapıyoruz, müzikle alakalı sorularınız varsa buyrun cevap verelim diyoruz. Biri arabayla kaza yapıyor bize geliyorlar birisi ölmüş! Kekilli cevap ver, anlamadım diyorum benimle ne alakası var, ama diyor ki; arabasında kasetin bulunmuş, Allah Allah olabilir ya! Başkasının kaseti de olabilirdi. Ekonomi bozuk, yolda birisi geliyor Murat abi senin tanıdığın vardır iş, geliyorlar bana soruyorlar. Kekilli düzelt. SA: Biraz kişilik erozyonu değil mi o her yere ait olmak? - Yok abi niye öyle olsun her insandan feyz alabiliyorum, şu anda da senden alıyorum mesela, senden bir şeyler öğreniyorum burada. Ben Ciguli'den bir şey alacaksam tabii ki alırım. Sanatçı kişiliği tartışılır ama insanlığıdan bir şey alabiliyorsam. SA: Ne aldın mesela? - Ben bir şey almadım. SA: Orhan Gencebay'dan ne aldın? - Sessizlik, sukunet SA: Başka kimlerden ne aldın? - Barış Manço'dan çok şey aldım, çocukluğumuzda falan yüzleştik onunla, mesela Cem Karaca, çok etkilendik onlardan yoğun etkilendik yani. Üç Hürel, Moğollar, Pink Floyd, Chris De Burg, Bob Marley... SA: Chris De Burg'ün sözlerinin anlamını falan biliyor musun? - Yok çözmedim. SA: Felsefi olarak etkilenmiyorsun yani melodik olarak etkileniyorsun? - Evet. SA: Klasik müzikle aran nasıl? - Piyano çalıyorum. SA: Ders mi aldın? - Üç ay konservatuara gittim. Adana Devlet Konservatuarı'na. SA: Torpille mi girdin? - Yok abi yazın sınırlı sayıda öğrenci müracaat ediyor zaten. SA: Medyadan niye korkuyorsun? - Medyadan korkuyorum, diyorsun ki; ben buna mavi bakıyorum, hayır o mavi değil bu siyah, hayır ya benim içimden öyle geliyor diyorsun, hayır diyor sen yanılıyorsun. Bakıyorsun bir yıldıza yıldız kara deliğe, düşeli milyonlarca yıl olmuş ama o sana hala var görünüyor. SA: Astrolojiyle mi alakalısın? -Tabi tabi çok alakam var, Stephen Hawking'i etüt etmeye çalışıyorum. SA: Hangi kitaplarını okudun? - Stephen Hawking'in Evrenini okudum, orada şeyden bahseder saniyede 600.000 kms ile ışıktan daha hızlı hareket edebilen bir şeyden, karadelikten, bundan birkaç gün önce Hürriyet Gazetesi'nde baktım saman yolunun merkezinde bir kara delik bulundu ve 1600 ışık yılı mesafede bu dünyaya. SA: Etkiliyor mu seni bunlar? - Ben sadece dünyevi sorunlarımızın olmadığından bahsediyorum şu anda, evrende yalnız olmadığımızı biliyorum. SA: Yani UFO'lara uzay yaratıklarına inanıyorsun? - UFO'lar falan önemli değil benim için, UFO'lar vardır veya yoktur. Önemli olan burada benim karadeliğe olan inancım, 1980'li yıllarda karadelik de bilim oldu, yani teoriden çıktı bilim oldu, artık varlığı kanıtlandı, fotoğrafını çekemiyorsun, fakat çekiminden anlaşılıyor. Çapı iğnenin deliği kadar ama dünyayı yutuyor, çünkü yoğunluğu çok fazla. SA: Kendi kozmik güçlerine inanıyor musun? Var mıdır böyle kozmik güçlerin? - Ben buna inanarak geldiğime inanıyorum, bizim sadece görsel bir tarafımız yok. Bilincimiz var göremiyorsun bu da karadelik gibi.

Müzikle İlk Tanışmanız? Avara Öncesi Bir Söyleşi

Müzikle ilk tanışmanız nasıl gerçekleşti? Müzikle ilk tanışmam annemin ninnileriyle gerçekleşti diyebilirim yani, çünkü annem çocukluğumuzda bile bize ninni söylerdi.Biraz daha ilerleyen yıllarda sokakta böyle küçük el arabalarıyla dondurma satanlar olurdu. Orda arabesk müzikler falan çalardı; "Dondurmacııı" falan geldi derken alttan ince bir müzik gelirdi.Daha ilerleyen yıllarda orta okulda falan yavaş yavaş Barış Manço'yu tanıdık artık. Benim yetiştiğim coğrafyada genelde popüler müzik dinlenmezdi.İki tarz müzik dinlenirdi.Ya arabesk ya da halk müziği. Lise yıllarında fantezi müzikle tanışmaya başladım. Ben çok arabesk müzik dinlemezdim, çok fazla halk müziği de dinlemezdim.Lise yıllarında Barış Manço'nun şarkılarını beni kıskıvrak yakaladığını farkettim, aslında bu bir elektrik meselesi.Daha sonra Barış Manço'nun jenerasyonuna ve türevlerine karşı bir eğilim başladı bende.İşte Cem Karaca'dır, Moğollar'dır,Hürel'dir, hatta hatta Fikret Kızılok ve Erkin Koray. Lise bittikten sonra ilk bir, iki yıl üniversiteye gidemedim.Sonra bir askerlik deneyimim oldu.Gittim, geldim.Nasıl oldu,bilmiyorum; Adana'da Gençlik Müzik Merkezi vardı.Birgün ordan geçiyordum. Birisi klavyede Barış Manço'nun bir parçasını çalıyordu."Ne güzel çalıyor" diye geçirdim içimden.Baktım ellerine kuş gibi uçuyordu piyanonun üzerinde.Dikkatle izledim.Kendisinden bir parça çalmasını istedim.Çalmadı, başı da kalabalıktı.Bir, iki tekrar ettim, çalması için.Sonunda "Bilmiyor musun?" dedi parçayı.Üzüldüm; benim istediğim parçayı çalmayınca.Aradan zaman geçti.Sonra ben ahdettim,dedim öğreneceğim ben bu parçayı.Oranın öğretmeni de yardımcı oldu,kaydımı yaptırdım müzik merkezine.Ben orada piyano çalmayı öğrendim.Öğrendikten sonra şarkılar söylemeye başladım yavaş yavaş.Ama ilk söylediğim şarkı da "Gülpembe" dir bu arada.Aynı zamanda ilk çalabildiğim parça da "Gülpembe"dir.Daha sonra konservatuara girdim. Adana Devlet Konservatuarı'nın sınavlarına girdim ve şan bölümünü kazandım.Yaklaşık altı yedi ay oraya gittim,sonra oradan da ayrıldım.Niye ayrıldım,hala hatırlamıyorum.Birşeye kafam bozuldu ve çektim çıktım. Yavaş yavaş İstanbul'a gelip gitmeye başladım.Sonra Serkan'la tanıştık.Üç dört sene böyle bir gel-git dönemi yaşadım.Sonra birgün şans geldi, kapılar açıldı. "Bu eserler güzelmiş" dediler ve birdenbire albüm hayatımız başladı.İlk albüm başarısızdı, ikincisi başarısızdı.Üçüncüde başarıyı yakaladık.Kısmet oldu, birden yolumuz açıldı. -Şuanda bulunduğunuz konumu nasıl değerlendiriyorsunuz?İlk albümden bu yana "Murat Kekilli" ne kadar yol katetti? Valla,özel yaşantım önceden nasılsa şu anda da öyle.O dalgalanmalar her zaman oldu, halen de devam ediyor. Maddi anlamda bir gelişme süreci yaşadım.Maneviyat olarak buraya, bu noktaya gelebileceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.Hala zaman zaman bakarım televizyona;" Bu ben miyim?" diye.. -Son albümünüz Avara'yı önceki albümlerinizden ayıran noktalar nelerdir? Üç defa bozuldu bu albüm Önceki albümlerimizi hep çevremizdekiler çok beğenirlerdi."Çok güzel bir albüm olmuş" falan derlerdi.Ama özellikle bu albümün bizim içimize sinmesi çok önemliydi.İçimize sindirmeye çalıştık.İçimize de sindirdik albümü.Çok başarılı bir albüm çalışması oldu bizim için.Dışarıda nasıl görülür, bilmiyorum.Bir sonraki çalışmamda bu albümün üzerine çıkmayı, çıtayı daha da yükseltmeyi istiyorum. -Kendinize müzik alanında örnek aldığınız isimler var mı? Barış Manço, Cem Karaca...Repertuarımızda Pink Floyd, Metallica,Diverstres De Purple'lar var,Michael Jackson, Ajda Pekkan bile var.Karacaoğlan,Aşık Veysel, Musa Eroğlu...Bu tarz insanların yaptıklarından son derece etkileniyorsun.Çünkü edepliler,yaptıkları iş öyle.Dayanakları var,kökleri sağlam. -Biraz da özel yaşamınıza geçecek olursak kendinize ayırdığınız zamanlarda neler yapıyorsunuz? Play Station 2 oynuyorum.Ondan sonra halı saha futbol maçlarına gidiyoruz.Tatil yerlerine konserlere grupça gitmeyi çok seviyoruz.Su altında bacak arasından geçme yarışı falan oynuyoruz.Sinemanın yolunu unuttuk bu aralar. Yüzüklerin Efendisi'nden sonra hiç filme gitmedik.Evde izlemeyi tercih ediyoruz.Tembelleştik bu aralar.Birkaç oda orkestrasının konserleri vardı, onlara gitmiştik.Resim çizmek istiyorum, bu aralar.Karakalem çalışmak istiyorum,ama olmuyor. -Eski röportajlarınıza baktığımda genelde İstanbul'u sevmediğinizden bahsediyorsunuz.Şuan İstanbul'la aranız nasıl? İstanbul benim düşmanım, ama sevgilim de.Felaketim, hayatım, çelişkim...En büyük paradoksum benim,kabusum...Ne onunla yapabiliyorsun, ne de onsuz.Bir defa suyundan içmişsin.Her geldiğinde tuhaf tuhaf bakıyorsun,Hem izin veriyorsun seni sarmasına hem de izin vermiyorsun; elini tutuyorsun, bana fazla dokunma diyorsun,çok tehlikelisin diyorsun.Garip bir yer burası. -Ne yönden hoşlanmıyorsunuz İstanbul'dan? Çok kötü bir trafik var.Dışarı çık mesela gideceğin bir yere hiçbir zaman zamanında yetişemezsin.Her an başına birşey gelebilir,yolda yalnız başına yürürken.Ortalık art niyetli insanlarla dolu.İstanbul çevreden çok göç almış bir şehir.Şehir yerleşim planı olarak da hoş durmuyor.Çok karmakarışık,çetrefil bir kaos var burada ve ben bu kaosu hem çok seviyorum, hem de çok istemiyorum. -Merak ettiğim birşey var.Hep bir teleskobunuzun olmasını istiyormuşsunuz.Bu teleskop merakı nereden kaynaklanıyor? Var artık bir teleskobum.Bu teleskop merakı metafizikten kaynaklanıyor.Ben o tarz kitaplar okurum.Adana'da dam kültürü vardır biz damda yatardık çocukken.Böyle sırtüstü yatarsın,yıldızlara bakarsın."Bu niye orada duruyor?Niye yakınlar birbirlerine?Niye tek yıldız yok havada? Niye işte cezve gibiler,kareler,üçgenler,bu şekildeler." Hep bunu sorguluyorsun ve içten içe seni birgün buna yönlendirebileceğini düşünmüyorsun.Bayağı bir merak ettim kozmik evreni. -Son olarak sizi sevenlere neler söylemek istersiniz? Kendilerine çok iyi baksınlar...

Murat Kekilli İle Bizbize


Enteresan bir insan, kendisi ile barışık , yoksul günleri ile gurur duyuyor, alçak gönüllü ve müziğini sunmaktan zevk alan bir çocuk ... Neler neler geçmiş başından tipik bir Türk filimi başrol kahramanı.Müziği ve kişiliği ile bütünleşen duygularını yitirmemiş , dejenere olmamış bir bakir Anadolu çocuğu Murat KeKiLLi Çocukluğun nasıl geçti ? Çocukluğum bit pazarında geçti.Oranın insanının nasıl yaşadığını hemen hemen herkes bilir, hepimizin çıkışı bir kenar mahallesi geçer.Benimde öyleydi.Çocukluğuma dair Barış Manço, Moğollar , Cem Karaca geliyor aklıma.Annemin ağıtları , ninnileri geliyor aklıma.Adana müzik merkezi vardı açıktı gelip orda müzikle alakalı işlerle uğraşıyorduk , bende bir gün uğradım orda baktım herkes bir şeylerle uğraşıyor.Çalışarak orda başladım, 4-5 ay sonunda derken bir gün “Dağlar Dağlar”ı söylemeye başladım.Dışarıda bir teyze geldi ve bana “oğlum sakın bırakma “ dedi bana . İte bu benim için bir millat oldu. Nasıl başladın müziğe ? İlk albüm Murat Göğebakanın’da yer aldığı bir gurubumuz vardı Adana’da o zaman sürekli Çukurova Ünv Öğrencileri geliyordu.O zaman Murat’ın Şahin Özerle vardı , Bir demo yapmamız gündeme geldi , gidip gelmeler başladı İstanbul’a.Yüz defa git gel git gel haftada bir kez gidip geliyordum yolları mesken tuttuk.Şimdi ki şirketimize geldim , güzel dediler.Param yoktu ,aşağıya indim bir başka firma bana o anda ne işin var orda dedi.Aldılar beni Ferdi Tayfur’a götürdüler, dinlettiler oda onay verdi sağ olsun.İş başladı.Ferdifon stüdyolarını kullandı Klip Müziğe yapıyorlardı derken problem oldu derken yeni bir yer albüm bitti ve ilk klibi çektik.”Eşek Gözüm” e çekildi , üç gün yayınlandı dördüncü yasaklandı.Bize kimse eşek gözlü olmak istemez dediler ve yasaklandı, hadi bir şans daha dedik ve”Bu Akşam Ölürüm” e klip çektik Klip yayınlandı tık yok.Aldım pılımı pırtımı Abime gittim bana günde günde 500.000 T.L. ‘ye sigara parama çalıştım onun yanında.Başladım çalışmaya.Klip devinim sürecini tamamladığı günlerde ben mısır boşaltıyorum annem çağırıyor beni “gel oğlum klibin başladı” diye ben aşağıda çalışıyorum. İstanbul’da ilginç bir anın var mı ? Bir gün Orhan Gencebayın firmasına gittim, bir gün orda bir bey vardı bana “bundan popçu rockçı olmaz” dedi “neden” dedim “surata bak arabesk” dedi, şok ,olmuştum. Orda çaycılık yaptık, bir gün bir lokantada çalışırken bir piano gördüm ve çalmaya başladım.Derken patron geldi “oğlum sen burada çalışsana” dedi.Bir sene çalıştım merdiven altında yattım . İlk konseriniz nasıl oldu ? Bir konser verelim dedik Adana’da az çok tanınıyoruz ya , bir barda sağolsun bedava verdi barı bize afişler astık filan derken konser günü geldi gittik salona baktık konserde 11 izleyici var.1.5 saat konser verdik sonunda 75 er lira kaldı bize.Bir tel parası bile değil gitara.Daha sonra Kıbrıs Doğu Akdeniz Ünv’den tel geldi.Konser vermemi istediler , o zaman parası ile 75 ‘er milyon para geçti elimize o zaman için accaip bir para bizim için.Gittik oraya konser saati geldi, Gazi Magosa’da konser bir saat kala telim çaldı “gelmeyin izdiham var” diye.On gün önce 11 kişi gelmiş ya ne izdihamı bir gittik , baktık dedik herhalde bizden sonra ya İbrahim Tatlıses yada Pink Floyd çıkacak dedik.Kapıya gittik , kapıdaki arkadaş bizden bilet soruyor.Bir baktık 2.000 kişilik yer hınca hınç dolmuş.Herkes bizim için gelmiş, mikrofonu aldım sorum halka “yahu siz hepiniz bizim için mi geldiniz “ dedim “evettttt” diye sesler ve inanın bizim için hayat bizim yüzümüze ilk o gün güldü.Benim için millat oldu . Aldığın tepkiler hangi yönde ? Karşılaştığım her insan beni geleceğin Karacaoğlan’ı Barış Manço’su Cem Karaca’sı dedi ama ben değilim istesem de olamam ben olsam olsam kendi halimde bir Kekilli olurum gram bile fazla olamam. Albümün adı neden Yedi Altı ? Yedi Altı, bu yedi tuttuğum bir rakkam, albüm ismi olarak ta değişik geldi albümde bir ufuk çizgisi var ve ben onun arkasında 7.777 insanın 7 katlı evrenin 7 .inci katında beni beklediğine dair bir ütopyam var.İşte bu 7 bu tarz birikimlerin sonucunda oluştu. En büyük hayalin nedir ? Mesela dünyanın ilk erken evrende ilk oluşumda neler olduğunu merak diyorum, o dönemde yaşamak ve şahit olmak isterdim.Birde gurubumu alıp bir senfonik orkestra ile birlikte ayda şarkı söylemek isterdim. Hayat dair mesajın nedir ? Yaşamanın zorlaştığı , ekonomik , psikolojik olumsuzlukla içinde yaşam sürdüğümüz ülkemizde bana göre bu yaşamı sürdürmek ciddi bir sanat.Onun için ben gerçek sanatçı olarak halkı görüyorum.

Ben Anadoluyum


Murat Kekilli, "Bu akşam ölürüm" deyip kaybolmuştu. Onu inzivaya çekildiği Tekir yaylasında Aksiyon buldu Murat Kekilli... "Bu akşam ölürüm..." şarkısıyla bir anda Türkiye'nin gündemine bomba gibi düştü. Kekilli'yi gündemin ortasına oturtan onun parçasının ve sesinin güzelliğinden çok, insanları etkilemesi oldu. 200 kişinin intiharını ona yüklediler. Bu tartışmalar birkaç ay sürdü. Ama Murat Kekilli, İstanbul'a ve bu gereksiz, saçma tartışmalara daha fazla dayanamadı, herşeye sünger çekip gitti. Küstü İstanbul'a, daha doğrusu insanlara. Kendi deyimiyle insanların iki yüzlülüğüne. İnzivaya çekildi. Sadece çalışmaları için İstanbul'a geldi. Bunun dışında hep kendi toprağında, doğup büyüdüğü memleketi Adana'da kalmayı yeğledi. Aslında Kekilli istese de İstanbul'da ya da insanların hayatı menfaatlaştırdığı başka bir yerde yaşayamazdı. O kendini bulacağı, yapaylıktan uzak, kendi halinde mütevazı bir insan olmayı tercih ediyor. Bu yüzdendir ki, kendisine teklif edilen milyon dolarları, dizi filmleri, reklamları elinin tersiyle itti. Herkes yapımcısından Mercedes, Jeep ya da BMW isterken o sadeliğini burada da gösterip Wolksvagen Golf marka arabayı tercih etti. Kekilli şu anda Tekir Yaylası'nda kendi çabalarıyla yaptırmış olduğu evinde yaşıyor. Zorunlu işler haricinde buradan hiç ayrılmıyor. Elinde gitarı ya evinin balkonunda ya da ormandaki çam ağaçları arasında şarkısını çalıyor, kendi sesini kendisi dinliyor. Tam istediği gibi herşey doğal. İnsanlarla ilişkileri de çok farklı, kimisinin oğlu, kimisinin ağabeyi, kimisinin de arkadaşı. Tekir'de herkese selam veriyor, 7 'den 70'e herkes onun bu tavrından ve duruşundan çok memnun. Kim olursa olsun yolda kalan herkesi arabasına alacak kadar samimi ve tevazu sahibi. Kısaca doğanın ortasında inzivada Kekilli. Murat'ın evine misafir olduk, küçücük bahçesine dikmiş olduğu çam ağaçlarını, çamların ne kadar uzun sürede büyüdüğünü, ne kadar yararlı ağaçlar olduğunu anlattı. Bir ağacı kurumuş diye günlerce üzülmüş, olayın etkisinden kurtulamamış. Ve eğer günün birinde Kekilli yaşamını tam manasıyla rayına oturtup "ferah"a erip mutlu bir yuva kurarsa doğacak çocuklarının isimlerini şimdiden hazırlamış. Kız olursa; Su, erkek olursa; Toprak. Çocuklarına ismini verecek kadar suya ve toprağa aşık bir insan. Sadece bunlar değil Kekilli'yi farklı kılan. Fikir bazında da marjinal fikirlere sahip. Felesefeyi hayatın kendisi olarak yorumluyor ve Big–Bang Teorisi'nin yanlış yorumlandığını söyleyecek kadar da derin bir bilgiye sahip. Aksiyon Dergisi olarak Murat Kekilli ile Adana'nın Tekir Yaylası'nda hem yeni kasetinde yer alan şarkılarına eşlik ettik, hem de özel bir söyleşi yaptık. Hayat felsefesinden, fırsatları bir kenara bırakıp döndüğü mütevazı yaşantısına, Arabi'den Hegel'e, ilgilendiği Big–Bang Teorisine kadar herşeyi konuştuk. İnzivada mutluyum —Bir anda zirveye çıktınız, sonra sessizliğe büründünüz, hayata mı küstünüz, yoksa ortama alışamadınız mı? Mutlulukla alakalı birşey. Ben buralarda mutluyum. Yani yaşantının kendisi. Ben İstanbul'un yaşantısını kaldıramadım. Şehrin gürültüsü değil, insanların yaşantısındaki kalite beni rahatsız etti. Genel olarak almıyorum. İstanbul'da çok küçük de olsa bir zümre var, bu zümre, müzik alemine, sanat alemine örnek teşkil ediyormuş gibi görünüyor. Ve bütün Türkiye böyle yaşıyormuş gibi gösteriliyor. Türkiye günlük–güneşlik, insanların sorunları, kaygıları yokmuş gibi gösteriliyor. Açlık yok, ekonomik sorun yok gibi. —Diğer sanatçılar bundan pek rahatsız oluyormuş gibi gözükmüyor, siz niye rahatsız oldunuz? Ben bu toplumun bir ferdiyim. Toplumun içinde olmayan bir insan ancak ben rahatsız olmuyorum diyebilir. Ben bu gidişattan rahatsız oluyorum. Ekonomik kaygıları onlar güdüyorsa benim de gütmem lazım. İnsanım, o zaman toplumun bu kaygılarını benim de hissetmem insanlık vazifemdir. —Eğer İstanbul'da kalsaydınız, belki manevi değil ama maddi olarak çok büyük kazanç sağlayacaktınız. Çok doğru. Benim kaygım yok. Ben insanların kaygılarını birebir yaşıyorum. İstanbul'da cenazen olursa kimsenin haberi olmaz. Bir evde ölürsün insanlar ancak kokudan rahatsız oldukları için senin öldüğünün farkına varırlar. Burada ilişkiler çok farklı, ekonomik sorunlar var, diğer sorunlar var, benim bile su sorunum var, burada yaşayanlar gibi. Bu sorunlarla boğuşmak, bağırıp çağırmak beni mutlu ediyor. Doğal olacak, yapaylaştığı zaman ben rahatsız oluyorum. Mekanik bir insan olup çıkıyorsunuz. Ben mutluluğu burada buldum. İstanbul'da yaşantılar ve kaygılar çok farklı. —Peki bu tavrınız nereye kadar devam edecek? Benim tavrım, ben mezara girene kadar devam edecek. Ya hep beraber cennete gireceğiz, ya da dünyayı cehenneme çevireceğiz. —Ya müzik dünyası sizin bu tavırlarınızdan dolayı sizi sınırlarının dışına atarsa. Kendi seçenekleri. Ben terkedilmişlikle karşı karşıya kalacağım diye yaşantımdan taviz veremem. Bu benim yaşantım. Benim ışıklarım var —Doğru yerde doğru insanlarla karşılaşırsam çok büyük porjelere imza atabilirim demişsiniz. Karşınıza hiç mi doğru insan çıkmadı? Böyle bir söylemim var. Ama bu herkes için geçerli. Veriler hazır, önemli olan doğru insanların karşınıza çıkması. Ama orada doğru insanlar yok diye birşey yok. Musa Eroğlu, Cem Karaca, Moğollar, Fikret Kızılok, rehmetli Barış Manço bunlar hep benim için doğru insanlar. 68 kuşağı bana doğru geliyor, çünkü; idealleri var(dı). Bunlar benim takip ettiğim ışıklarım. —Işıklarınızdan Cem Karaca, bir taraftan Nazım Hikmet'i ağzından düşürmezken, Necip Fazıl'ı da göğe çıkarıyor. Hayat bir çelişkidir. Bu, doğru bir çelişkidir. En güzel insan birisinin inancına saygı gösteren insandır. Bir insan bir başkası onun fikrini taşımıyor diye çok rahat düşman olabiliyor. İnanılmaz bir ego tatmini var burada. Karşındakini dinlemeden, kendisinin haklı olduğu net yargısı kadar kötü birşey yoktur. Bütün fikirlere saygılı olmak gerekiyor. Basından çok korkuyorum —Medyadan niye bu kadar uzaklaşıyorsunuz? Medya niye benden uzaklaşıyor sence?. —Bilemiyorum. Belki Anadolu'yu ön plana çıkardığınız içindir. Doğru, Anadolu benim içimde. Onlar için demek ki Anadolu yanlışmış. Onların yaşantısı İstanbul içindir. Onlara mutluluklar diliyorum. Dolar 2 milyon olsa göbek atacaklar, ben bunun için geldim. Burada doların fırlama ihtimali yok. Birisinin cebinde dolar çıksa yüzüne tükürürler. Kaygıları farklı. Taban benzese de temel tamamen farklı. —Anlaşılan medyadan çok korkuyorsunuz. Basın doğru işler yapsın. Madem bu ülkede birinci güçler, o zaman doğru işlerle uğraşsınlar. Ben nasıl korkmayayım. İsteseler bir gecede herşeyi değiştirirler. Niye olumsuzluklarla uğraşmıyorlar. İşlerine geleni yapıyorlar. Canavarlar. Ben korkarım. Hiçbir güvenim yok. Ailemle televizyon izleyemez oldum.. Bir iki gazete ancak okuyabiliyorum. —Size birisi çıkıp köyün delisi derse ne dersiniz? Doğrudur. Ben bir deliyim. Bu köyün delisiyim. Allah herkesi deli etsin o zaman. Delilikle akıllılığa çokluğa göre karar veriliyor. Hoşuma da gidiyor deli demeleri. Ben delilikten gocunmuyorum. Tarihteki birçok delinin aslında deha olduğu daha sonra anlaşılmıştır. İnsanlar çekip geldim diye bana deli diyorlar. Dizi çekecek, reklamlara çıkacakken, işi kıvıracakken yapmadı, çekip gitti diyorlar. —Bana Murat ile Murat Kekilli arasındaki farkı anlatabilir misiniz? Daha önceki Murat Kekilli de kahve köşesine oturup, okey oyunuyordu, şimdiki de. Şu anda bir değişiklik yok. Aslında kahve kültürü bana ters ama zaman yettiği kadarıyla takılıyorum. Sadece isimde bir uzama oldu. Yaşantımda çok büyük bir farklılık yok. Yaşantımdan taviz verecek değilim. —Duruş, konum ve tavırlarınız bakımından ideolojiyi bir tarafa bırakırsak sizi Yılmaz Güney'e benzetiyorlar. Yılmaz Güney'i çok iyi bilirim. Benim sevgililerimden biri. Benim ışıklarımdan biridir de. Benim güttüğüm kaygıları o yıllar önce gütmüştü. Aynı düşünceleri paylaşıyoruz. Tabii ideolojisini bir kenara bırakarak. Haftada 50 bin dolar teklif ettiler —Yılmaz Güney'deki bakışın sizde olduğunu fark edenler size dizi teklifinde bile bulunmuş. Film benim hakım değil. İhanete en büyük gerekçe. Sendeki bakış Yılmaz Güney'den sonra gelen en etkili bakış dediler. Bana haftada 50 bin dolar teklif ettiler. İstediğin mankenle oynacaksın, senaryo hazır, sen evet de tamam. Kabul etmedim. Ben sadece müzik yapmak istiyorum dedim onu da kursağımda bıraktınız dedim. Yaptığımız bu işten bir ekmek yiyip branşlaşabilirsek mutlu olurum. Teklifleri geri çevirdiğim için pişman değilim, olmayacağım da. —Piyasaya çıkan herkes ben sanatçıyım deyip, herşeye soyunuyor, siz bunlardan daha iyisiniz, neden bu teklifleri geri çevirdiniz? Biz ilk defa piyasaya çıkacağımız zaman, önüne gelen sanatçıyız diyor eleştirisini kendimize yönelttik ve cevabını kendi kendimize verdik. Çok korktuk, bunlar da kimmiş demelerinden. Sadece müzik yaptığımıza inanıyoruz. Sanatçı değiliz. Gerçek bir sanatçı olmayı isterim. Herkes sanatçı olamaz. Bu yakıştırma insanlar tarafından olur. Kültürü, birikimi, zaman dilimini aşmak lazım. Benliğinle karşı karşıya geldiğin zaman ben diyebilmelisin. Ben diyen şeytanın cennetten kovulmasına benzemesin. Yani benliğini aşmalısın. İnsanlar beni çok sevdi. Doğal ve yalın olduğum için. Bu insanları hayal kırıklığına uğratıp, piyasadakiler gibi olmam. Bu yüzden şimdi sadece müzik yapacağım. —Değişik yararlı etkinliklerde varsınız, TEMA, kimsesiz çocuklar yararına, belki yarın insanlık için önemli olan başka etkinliklerde bulunacaksınız, sizin gibi başkaları da var bu etkinliklerde ama başka türlü, yani ekmek köfte misali. Adana'da poliklinik yaptıracaklar, kaç para alırsın dediler. Sadece elemanlarıma verin yeter dedim. Sözleşmeye imza attım. Bizim yanımızda birkaç sanatçı daha vardı, onlar paralarını aldılar. Benim ismim verilecekti polikliniğe. Verilip verilmediğini bilmiyorum, dönüp bakmadım bile. Hayır işinde her zaman varım. İntiharlar polis kayıtlarında doğrulandı —Çok hümanist tavırlar ve görüşler sergiliyorsunuz, ama 35 kişinin intiharı ile suçlandınız. Burada bir çelişki yok mu? 35 değil 200 kişinin intiharı sözkonusu. Bu polis kayıtlarında doğrulandı. Bunu ilk defa söylüyorum. Olaylar doğru, intihar teşebbüsü, intiharlar, hepsi doğru. Nedenle araç arasında çok fark var. —Siz intiharlarda araç mı oldunuz? Araç değilim. Bir yaprağı bile incitmekten korkarım. Bunun hesabını bir şekilde verirsin.. Hem bu dünyada, hem öbür dünyada. Çıplak ayakla toprağa basarken aman toprağı incitmeyeyim diye korkuyorum. Hele ilkbaharda doğuma gebe olduğunu düşünerek toprağı incitecekmiş gibi basarım. Vakaları polis arkadaşlar doğruladılar. Gel de dehşete düşme. Bu ülkenin "Makber" gibi bir şarkısı var. "Bu akşam ölürüm" şarkısı yazılmış daha sonra sevgilisi karşılık vermeyince şarkıyı yazan intihar etmiş diye uydurmalar ortalığa yayıldı. Bu yüzden dinleyenler intihar ediyormuş. —Anadolu benim diyorsunuz, Anadolu nerenizde? Dağa, ağaca değil, ruha hitab etmek lazım. Bazı şeyler anlatılmaz. Sevgi anlatılmaz, aşk anlatılmaz. Seni seviyorum diyor, böyle sevgi olmaz. Onu söylerken onun kabarcıkları başka olur. —Sevgi nedir o zaman? Sevgi tarif edilmez aslında. Bazen bir bakıştır, bazen bir dokunuştur, eksiltmektir, çoğaltmaktır, bir yerden alıp bir yere koymaktır. Tam karşılığı herşeydir. Ben ağıtçı olabilirim —Müziğinizde Anadolu'nun etkisi nedir? Anadolu demek toprak demek. Ve o toprağın özü demek. İstanbul da bu coğrafyada ama Anadolu deyince İstanbul aklıma gelmez. Dağlar, ovalardır ve üzerindeki duygulardır Anadolu. Müziğimin kaynağı da budur. —Müziğinizi nasıl tarif ediyorsunuz? Benim bir tarzım yok. Ben sadece müzik yapıyorum. Yeri geldiğinde halk müziği yapıyorum, yeri geldiğinde aşk var, yeri geldiğinde sertleşiyoruz, benimle uğraş diyor. Yeri geldiğinde arabeskleş öl benim için diyor. Ruh nereye itiyorsa o şekilde müzik yapıyoruz. İnsanlar "ağıtçı" diyor. Çukurova'da ağıt çok yaygındır. Bundan etkilenip söylüyorlar. Ağıt ama tam ağıt değil. Benim kesin bir tarzım yok. —Anadolu Rock diye birşey var... Benimle bir ilgisi yok. Anadolu Rock'un babaları var. Moğollar, Haluk, Teoman, Kıraç gibiler bu işi çok iyi yapıyorlar. —Müziklerinde belirgin bir isyan yok... Belirgin olmasa da var. Ama sorunlarla her zaman boğuşuyorum. 21. yüzyıl insanlığın en büyük aybı. İnsanlar dünyanın hemen hemen her yerinde açlıkla boğuşuyor. Kapitalizm olduğu sürece bu hep böyle devam edecek. Açlık kadar kötü birşey yok. Bazıları bu kanla besleniyor. Sistemlerin tamamı bozuk. Ben bu dağların çocuğuyum, karşı koyarım. —Yörük müsün? Evet ben bu dağların yörüğüyüm. —Bu dağlarda Karakeçili yörükleri var. Çok doğru ben Karakeçili yörüğüyüm. Çocukluğum çadırlarda geçti. Kamyonlara doluşup yaylalara gider, orada yazı yaşardık. Çadırlarda yaşayıp doğayı tamamen içimizde hissederdik. Hamallık yaptım. Hem çalıştım, hem okulla gittim. —Elazığ'la bir bağlantınız var mı? Çok yaklaştınız, bunu hiçkimse bilmez. İlk defa söylüyorum. Benim babam Çukurovalı, Ceyhanlı, annem ise Malatyalıdır. —Felsefeye ilginiz olduğunu biliyoruz, nereden kaynaklanıyor bu ilgi? Felsefe insanın yaşantısı, birikimi, hayata bakışıdır. Muhyiddin Arabi'yi severim, Feridüddin Attar. Nasıl insan olabilirimin çıkarımları var. Eğer insan insan olmazsa dünya bugünkü halini alır. Demek ki; felsefeden yoksun bir dünya var, ya da sayıları çok az. Yani kendi felsefesini oluşturmuş olanların sayısı yeterli değil. Bugünkü halden hiç kimse memnun değil. Yöneticiler bile memnun değil. Özeleştiri vakti çoktan geçti. İngiltere batacak, Arjantin gitti, Almanya tökezliyor. Tarih kölelerin efendilerine başkaldırmalarıyla doludur. Bir gün mazaallah bir başkaldırırsa ortada hiçbirşey kalmaz. Doğrusunu istersen o günü merakla bekliyorum. Kölelerin başkaldırışını. —Siz köle misiniz? Evet ben bir köleyim. Siz sakın özgür olduğunuzu düşünmeyin. Hiçbirimiz özgür değiliz. Eğer bir insan bana biz üniversitenin kapısından içeriye giremiyoruz diyorsa, kazanmış olduğu hakkı elinden alınıyorsa, özgürlükten konuşmak yanlış olur. Birçok şey karıştı. İyi insanla kötü insan karıştı. Evet ben efendilere karşı mücadele veren, verecek bir köleyim, hamalım. Keşke kıyamet kopsa —Hamallıktan insanları derin düşüncelere götürecek kadar bir felsefi boyuta nasıl vardınız? Felsefe bir gecede oluşmadı. Topyekün bir birikimdir. Yaşadığım mahalle şimdi teksas. İnsanlar bir ekmeğin peşindeler. Eğer burası düzelirse, tüm dünyanın düzeleceğine inanıyorum. Oranın düzelebileceği hiç aklıma gelmiyor. Umutsuzluk ile umut arasında bir çizgideyim. —Çok karamsarsınız. Karamsar değilim. Aradayım. İnşaallah düzelir diyor insanlar. Neye göre diyor bilemiyorum. Bir gün tam düzelecek diyorum, ertesi gün geliyor kesin düzelmez diye bir düşenceye dalıyorum. Bu benim kişisel bir özelliğimden kaynaklanmıyor. Hal durumundan kaynaklanıyor. Hem içten hem dıştan ülkeye çomak sokuyorlar. Tahtakale diye uyduruk bir yer var. İki beyefendi oturmuş bugün ne yapalımı tartışıyor, bugün doları yükseltelim, ertesi gün geliyor, hadi garibanları sevindirelim diye dolar düşsün diyorlar. Televizyonu açıyorum gülüyorum, gülmemek için açmıyorum, ağlanacak halimize gülecek değilim. Hiçbir kavim hep beraber kıyameti bu kadar istememişti. Kıyamet kopsun, bir an önce gelsin de kurtulalım diye. —Hegel–Arabi arasında bir bağ kuruyorsunuz... Üniversiteden bir dekan abimiz bana sordu "Biz daha bunun araştırması içindeyiz, bundan emin değiliz, sen nereden bu kanıya vardın" dedi. Hocam dedim Arabi'nin 70 deve yükü kitabı vardır, hepsi kayıp sadece bir deve yükü kitabı bulundu dedim. Bunlar o dönemde Doğu felsefesinin etkilenmesinden, ellerinde kitapların olmasından dolayıdır. Zaten Batılı düşünürler ve bilim adamları Doğudan çok etkilenmişlerdir. İlk önce dinsel felsefeler. Bunlar mistik Doğu kökenli. Hegel okunduğunda Arabi'den etkilendiği ortadadır. Bir tek farkı zaman. Mutlak bir etkileşim var. —Big–Bang Teorisine inanıyorsunuz. Herşey nokta ucu kadar bir iğneydi. Bir boşluk içindeydi. O patladı. Bu toz bulutu halinde sürekli dönüp, soğuyup kütle olup gezegenler, yıldızlar oluştu. Biz hatayı büyük patlamada yapıyoruz. Herşey bir boşlukta oldu. Bu yanlış, zaman ve o boşluk da o noktanın içindeydi. Patlar patlamaz boşluk içinde oluştu. Biz hatayı burada yapıyoruz. Zamanın etkileşimi olabilmesi için bir güce, bir enerjiye ihtiyacı vardır. Bu noktayı plak duvarına kadar getirebiliyorlar. Tahminleri de plak duvarına kadar. Bunların hepsi teori. Ama önemli olan bütün bunları hareketlendirecek güç. —Bütün bunlar sizi yaratıcıya daha da mı yaklaştırıyor ki, Allah'la dertleşiyorum diyorsunuz? Herşey aşkla. Kendimi yanlız hissediyorum. Bu yüzden Allahımla dertleşiyorum. Seviyorum demekle olmaz. Aşığım deyip bir ağaca dokunmak değildir, eğer gerçekten seviyorsan dokunursun. Ben bir nevi lisan—ı halimle dua ediyorum. Böyle şeyleri tam olarak anlatamazsınız. Tepkiler, hareketler aslında bunun kısmen dışa vurumu oluyor. Metafizik çok ayrı bir alem. Ama burada taşları çok iyi oturtmak gerekir. Yoksa yaratıcıya isyan başlar. —Son olarak şunu sormak istiyorum, yeni kaset ne zaman çıkıyor ve yine insanları etkileyecek parçalar var mı? İki yıldır hazırlanıyoruz. 20 parça var, sadece 10 tanesini kasete aldık. Ekibimle çok iyi çalıştık. Ekim başında kaset çıkacak. "Padişahın kızı", "Seni çılgın" 10 parçadan sadece ikisi.

Murat Kekili: Benim hiçbir zaman 1 milyar liram olmadı.


Rock şarkıcısı Murat Kekilli'nin gerçekten saldırıya mı uğradığı yoksa reklam için mi kendini bıçaklattığı merak konusu oldu. Unkapanı'nda 4 gün önce, gazetecilerle röportaj için buluşan şarkıcı Murat Kekilli'nin, saldırıya uğramasıyla başlayan olaylar şöyle gelişti. Bacağından yaralanan Kekilli, ilk önce bıçaklandığını, sonra da şırıngalı saldırıya uğradığını söyleyerek hastaneye koştu. Burada AIDS testi ve sarılık aşısı yaptırdı, ardından özel bir televizyon kanalında canlı yayına çıktı. Polis, 2 gün içinde, Murat Kekilli'yi yaralayanın, daha önce şarkıcı Ceylan'ı da bıçaklayan Barış Çakar olduğunu belirledi. Her yerde aranan Çakar da, bir özel televizyon kanalı tarafından canlı yayına çıkması için ikna edildi. Yayından saatlerce önce alt yazılı duyurular geçti. Ancak polis, Çakar'ı televizyona çıkıp "Kekilli'yi 1 milyar lira karşılığında, reklamını yapmak için bıçakladım" dedikten sonra gözaltına aldı. Kekilli ise saldırganın iddialarına şaşırdığını belirterek, "Benim hayatta 1 milyar liram olmadı" dedi. Kekilli'nin yaralanması ve "sapığının" gözaltına alınmasıyla ilgili 2 ayrı tartışma başladı. İlki, kimin doğru söylediği yönünde. Herkes, "Kekilli mağdur mu? Yoksa, reklam için mi bu işe soyundu?" sorusunu soruyor. Diğer tartışma ise, polisin "bıçaklama zanlısı" olarak aradığı bir kişiyi gözaltına almak için neden canlı yayının bitmesini beklediği. Bu arada Barış Çakar, çıkarıldığı mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ceylan'ı da bıçaklamıştı "Hem reklamlarını yaptırıyorlar hem de para vermiyorlar" BARIŞ Çakar çıktığı bir özel kanalın ana haber bülteninde, "Daha önce küçük Ceylan'a da bıçaklı saldırıda bulunmuştum. Böyle insanlar resmen halkı kandırıyor. Yeni kaset 1 milyon satacaksa böyle bir saldırı reklamıyla 2 milyon satsın diye bunu yaptırıyorlar. Hem küçük Ceylan hem de Murat Kekilli paramı vermedi, hem de adımı açıkladılar" diye konuştu. Murat Kekilli ise, "Bu kişi, 'Bana Ceylan'ı da vurdurttular, ancak beni meşhur etmediler. Sen beni meşhur et' demişti. Akli dengesi yerinde değil. Neden böyle yapıyorlar anlamıyorum. Benim gitmemi istiyorlarsa bırakır giderim. Barış paraya çok ihtiyacı olan biriydi. Sanırım onun için böyle bir şey yaptı" dedi. Ceylan, kendisini bıçaklayan Barış Çakar'ı anlattı 1997 yılında Barış Çakar'ın bıçaklı saldırısına uğrayan şarkıcı Ceylan, 3 yıl önce yaşadığı olayı, "Toplantı için Prestij'e gitmiştim. Barış denen bu çocuk kaldırıma oturmuştu. Beni görünce 'Nasılsın abla' dedi. Toplantıdan sonra Özcan'ın hemen ardından çıktım. Biraz ileride bulunan arabama doğru giderken, arkamdan yürüyen birinin gölgesini fark ettim. Allahtan geri dönmemişim. Benden hiçbir şey istemeden elindeki bıçağı kalçama sapladı. Bu çocuk Kekilli'ye iftira atıyor. Yalancının teki. Çünkü bana yaptığı saldırıda verdiği ifadede, bile çok büyük yalanlar söyledi" diye anlattı. Polis ekrana çıkmadan neden yakalamadı? Murat Kekilli olayında süregelen diğer bir tartışma ise polisin, saldırgan Barış Çakar'ı bir özel televizyon kanalında ana habere çıkacağı alt yazılarla duyurulan canlı yayından önce gözaltına almadığı şeklinde. Bu arada isminin açıklanması istemeyen bir yetkili, "Akıllı polis, yaralama suçundan aradığı bir kişiyi ekrana çıkmadan önce yakalardı. Oraya gideceği saatler öncesinden belliydi. Öğleden sonra akşama kadar ekranın altından Barış Çakar'ın canlı yayına çıkacağı duyuruldu. Polis, Çakar'ı yayından sonra gözaltına aldı. Bu hataydı" şeklinde konuştu. Öte yandan Murat Kekilli, AIDS'ten tedirgin olduğu için iğne olduğunu, iğnelerin bacağına saplanan bıçaktan çok daha fazla canını yaktığını daha ilk gün açıkladığını belirterek, Barış'la emniyette yüzleştiğini söyledi. Kekilli şöyle dedi: "Ona, kaldır kafanı yüzüme bak. Gözlerimin içine bak dedim. Ama kafasını kaldırıp cevaplayamadı bile. Benim hiçbir zaman 1 milyarım olmadı. İstesem olmaz mı? Elbette olur. Ama ben hep ihtiyacım olanı alıp paylaşmam gerekenlerle paylaştım. Yaşadığım şeyler bazı insanlara çok mu batıyor. Grup arkadaşlarımla dolaşmam, geleneklerimize sahip çıkmam, Çukurova'yı Toroslar'ı, Anadolu'yu çok sevdiğimi söylemem niçin bazılarını rahatsız ediyor anlayabilmiş değilim." Sahtekârı ekrana çıkarmanın sıkıntısı spiker Gülgün Feyman'ın yüzüne yansımıştı BarIŞ Çakar'ın açıklamalar yaptığı gece, böyle bir sahtekarı programına çıkarmanın sıkıntısı Gülgün Feyman'ın yüzüne yansımıştı. Belli ki, ünlü spiker bir görev emrivakisi ile karşı karşıya bırakılmıştı. Nitekim, Gülgün Feyman yorum yapmaktan kaçındı ve sadece, "Biz aktarıcıyız. Konuşmak istemiyorum. Lütfen bu konuda bana soru sormayın" şeklinde konuştu.

Bir Şarkı Söyledi Hayatı Değişti...

Bu Akşam Ölürüm şarkısıyla bir anda patlayan Murat Kekilli, tarlalarda sırtında karpuz taşıdığı günlerini unutamıyor Şarkısı milyonların dilinde olan Kekilli şimdilik plak şirketinin kirasını ödediği bir otelde kalıp ayda 70 milyon lira ile geçiniyor TEK şarkıyla efsane haline gelen Murat Kekilli’nin hayatı 40 günde değişti. 8 yıldır şarkı söylediği halde yanından geçip giden insanların son 40 gündür yolda durdurup "Sen bizim özlediğimiz insansın" dediğini anlatan Kekilli "Ben bir aynayım. Bana bakıp kendilerini görüyorlar" yorumunu yapıyor. Peki insanlar Murat Kekilli’yi niçin kendilerine bu denli yakın hissediyorlar? Bunun yanıtını yine Kekilli veriyor: "Kendilerine yakın hissetmelerinin sebebi, onlara meydan diliyle seslenmemiz ve meydan yaşamıyla yaklaşmamız olsa gerek. Sokakta insanlar gelip Murat abi ’ne olur bana bir iş bulur musun?’ diyorlar. ’Benim fabrikam yok, ben başbakan da değilim, sadece sana bir çorba ısmarlayacak kadar gücüm var aslanım.’ diyorum. Kendi gücüm ne ise ben onu kullanıyorum." BGS’DEN GİYİNİYOR Kekilli’nin gücü ise yaşam tecrübesinden geliyor. Çünkü o müzik yolculuğuna çıkmadan önce türlü türlü işlerde çalışmış. Adana’da un pazarlamış. Tarlalarda kamyonlara karpuz yüklemiş. Ailesi Adana’da. Baba Bağkur emeklisi. Eskiden çiftçiymiş. Anne ev hanımı. Bu yıl ikisini de hacca göndermeyi planlıyor. 6 kardeşin dört numarası olan Kekilli’nin tek ideali buymuş. Evleri Adana’da bit pazarının yanında. Oradan söz ederken, hiç unutamadığı bir olayı da anlatıyor: "Lisede babam bir takım elbise aldı bana bit pazarından. Ama yeni gibiydi. Lacivertti. Okula girdiğimde sınıfta herkes ıslık çalmaya başladı... ’Ooo ne güzel, İGS’den mi aldın?’ dediler... Hayır BGS’den dedim.. Yani Bit Pazarı Giyim Sanayi’nden..." AŞK KAPIYI ÇALMIŞ Kekilli ruhundaki en büyük değişimi 5 yıldır birlikte olduğu sevgilisiyle tanıştıktan sonra yaşamış. "İlk kez bir kızın insanın hayatını nasıl değiştirebileceğini öğrendim" diyor. Sevgilisi Çukurova Üniversitesi son sınıf öğrencisi. Ama ne adını ne de okuduğu bölümü veriyor. Şarkısı gibi sevgilisi de efsane haline gelebilir yakında. Çünkü bugünlerde Çukurova Üniversitesi’nde bu konudan başka bir şey konuşulmaz olmuş. Peki bir sevgili Murat’ın hayatını nasıl değiştirdi? "Kitapların sıcak yüzüyle tanıştırdı beni. Artık elimi cebime sokup sürekli gazete alıyordum. Tam bir kültürel devrim yaşamaya başladım o dönemde. Eskiden günübirlik yaşardım. Daha toplumsal yaşatmaya başlattı beni." KÜLTÜR DEVRİMİ Murat’ın tek ideali bir teleskop alabilmek. Para kazanmayı en çok onun için istiyor. "Yıldızları seyredeceğim, maviye bakacağım" diyor. Bir de iki yıl önce aldığı ama hâlâ 250 dolar taksidinin kaldığı klavyesinin borcunu kapatacak. Beyoğlu’nda bir otelde kalıyor. Otel parasını müzik şirketinin sahibi ödüyor. Onun dışında ayda 70 milyon lira ile geçindiğini söylüyor. Ama gelişmelerden o da şaşkın. Şimdiden bin 500 konser anlaşması yapılmış. Yakında yollara düşecek grubuyla birlikte. "Kekilli Çelebi niye olmayayım. Ayrıca çok hoş bir durum bu" diyor. Klipte neden atladı? ŞARKISINI dinleyenlerin intihar ettiği iddialarını sürekli yalanlarken yeni klibinde kendisi de camdan atlayan Kekilli herkesi şaşırtan tavır değişikliğini felsefi bir biçimde açıkladı: "Bu klipte ölümü değil, içimizdeki kötülükleri öldürme temasını kullandık." Klibini de şöyle anlattı: "Bir kız istemediği birisiyle evlendirilmiş. Öfkeli bir haykırış var orada şarkıyı söylerken. Erkeğin içinde bulunduğu ruh hali bu. Sokak sokak dolaşıp şarkısını söylüyor. Bir süre sonra yaşamla ölüm arasındaki o incecik çizgide, içinden gelen kötü şeyleri öldürmesi gerektiğini düşünüyor. Aklına yukardan gitarı atmak geliyor. Yukarı çıkıp, gitarını atıyor. Sonra da içindeki kötülükleri atıyor. Geriye güzel bir insan kalıyor. İnsanın varlığında iki farklı kutup vardır. İyilik de yapabilir, kötülük de yapabilir. Ve içinden gelen sese kulak verir, yapmaması gereken bir şeyi yapar. Burada yaptığımız şey, yapmamız gereken şeydi. Sadece kötülüğümüzü öldürdük. Temiz ve iyi olanı bıraktık. O iyi insan gelecekteki şarkılarda ortaya çıkacak." (Sabah - 14 Ocak 2000)

Modern Avara Murat Kekilli...

Bu akşam coşarım, beni kimse tutamaz Murat Kekilli “Bu Akşam Ölürüm” dedi, pişman oldu. Şimdi yeni albümü ‘Avara’ ile karşımıza daha bir olgun ve neşeli çıktı. Geçmişin izlerini unutmak isteyen sanatçı medyayı her şeye rağmen affetmek istiyor. Yakın medya tarihimiz bir sürü kahramanlarla dolu. Kimisini severek kimisini de söverek hızla meşhur eden medyamız bu isimleri dertop edip tavan arasına kaldırmakta da başarılı. ‘Bu Akşam Ölürüm’ şarkısıyla bir anda meşhur olan Murat Kekilli de meşhur olduğuna olacağına pişman olanlardan. Söze yaşadıklarının kendisinde travma yarattığını söyleyerek başlayan sanatçı “Sürekli bir kaçış halindeyim.” diyor. Kısaca hatırlarsak; ‘Bu Akşam Ölürüm’ü dinleyenlerin intihar ettiği söylentilerinin ayyuka çıkmasıyla hayatımıza bir anda giren Kekilli’nin şarkısı tüm yurdu kaplamıştı. Bildiğiniz gibi sabah akşam çalınan bu şarkı eşliğinde onu sürekli televizyonlarda görüyorduk. Kendisine uzatılan mikrofonlar hep aynı soruları yöneltiyordu. Bıçaklanmasına tanık olduğumuz genç sanatçı dönemin ünlü anchorman’i Reha Muhtar’ın canlı yayında azarlamalarına bile maruz kalmıştı. Kekilli, işin içinden çıkamayınca sonunda çareyi kaçmakta buldu. Şimdi yeniden İstanbul’a hem de yeni albümle gelen sanatçı, geçmişi unutmak istediğini belirterek başlıyor konuşmasına. İnsanların ölümüne neden olduğu gerekçesiyle bir dönem iyice hırpalanan sanatçı bu kez aşk dolu şarkılarıyla karşımızda. Gardını iyice almış olmalı ki, daha bir neşeli olduğunun altını sürekli çiziyor. Yaklaşık olarak üç yıldır haber alamadığımız sanatçının yeni çalışmasının adı ‘Avara’. Kekilli, inzivaya çekildim, dediği Tekir Yaylası’ndaki evinde albümünü hazırlayarak geçirmiş zamanını. Bir de bol bol metafizik okuyarak. Şimdi yeniden İstanbul’a geldi dediğimize bakmayın. Burada, Ataköy’de şirin bir karavanda yaşıyor. Karavana gelince, orası onun dünyası olmuş. İstanbul’a geldiğinde şehirden mutsuz olduğunu gören yapımcısı çareyi bir karavan hediye etmekte bulmuş. Bu sayede hem şehrin içinde hem de doğada yaşayabilen sanatçı, konserlerine de onunla gidecek. Damarlarındaki Yörük kanından mıdır bilinmez bu göçebelik duygusunun kendisini çok mutlu ettiğinin altını çiziyor. Bu arada annesinin karavanına bayıldığını da söyleyelim. İnsanları melankoliye sürüklediğini reddeden Kekilli, “Mecbur kaldım dönmeye. Gerekçesi malum, medya ile ciddi sorunlar yaşadım. Beni fena halde sıkıştırdılar. Ciddi ciddi eleştiriler almaya başladım. Ama ilginç olan bunun halka yansımasıydı. İnsanlar bu gerçekten tehlikeli mi diye düşünmeye başladılar.” diyor. Kendisinin insanları deli ettiği suçlamalarına şiddetle karşı çıkarak, “Kimseyi delirtmiyorum. Ama bana göre deliler diğer insanlardan daha akıllı. Gerçekten deli olmayı isterdim.” diye cevaplıyor. Medyadan bu kadar rahatsız olmasına karşın o dönem niye mesafe koymadığının cevabınıysa, “O zaman acemiydim.” cümleleriyle veriyor ve ekliyor: “Şimdi de acemi olduğumu söyleyebilirim aslında. Bu tarz sorulara nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum. Çünkü böyle sorulara cevap verebilmek için siyasetçi olmak gerekli. Bense değilim. Nasıl cevap verebileceğimi bilemedim. O oradan çekiştirdi öteki başka taraftan. Sorular çok absürd ve benim kaldırabileceğim ve cevap verebileceğim tarzda değildi. Denizde boğulmak üzereydim, kaçtım.” Murat Kekilli acemiliğini atmış olmalı ki artık ciddi anlamda medya eleştirisi yapıyor. Bir dönem kendisini insanları mutsuz etmekle suçlayan medyanın şu anda daha tehlikeli işlere imza attığını söylüyor. Televizyondaki mafya dizilerinin bu kadar pompalanmasını çelişki olarak niteleyen sanatçı, işin tehlikesine dikkat çekmeyi ihmal etmiyor. Ancak medyayı affetmek istediğini de ekliyor sözlerine: “Beni mağdur ettiler. Şimdi onları affetmek istiyorum. Onları affetmeye her şeye rağmen hazırım. Affetmem içinse sadece bana bir dal uzatmaları yeter. Onlardan bir dal istiyorum. Bunu gerçekten istiyorum. Çünkü ben bir yerde hata yaptığım zaman özür dilemeyi biliyorum. Bu erdemliliktir.” Tabii ki bu cümleleri dikkate alacak birileri olduğunu umut etmekten başka yapacak bir şey olmadığının farkında. Metafiziğin ruhunu aydınlatması ve rahatlatmasıyla yeni bir insan olduğunu söylüyor. Peki nasıl yeni Murat Kekilli? İlk olarak aynayla arası düzelmiş. “Daha iyi hissediyorum. Kendimi artık güzel buluyorum. Eski pejmürde halimden kurtuldum. O zamanlar daha farklıydı tarzım. Şimdi günün çizgisine uygun giyiniyorum. Kendimle barıştım. Modern bir avareyim. Aslında hem şık hem de pejmürdeyim. İkisinden de sıyrılmak istemiyorum. Ruhen de artık yüzüm gülüyor.” diyor. Televizyonların etkisinden kurtulan sanatçı insanlarla kaynaşmış. Medya yüzünden kendisine tavır alanların artık onu yanlarına çağırmaya başlamasından mutlu. “Bahsettikleri kadar kötü bir insan olmadığımı anladılar. Bana gülümsüyorlar. Yedi başlı ejderha değilmiş diyorlar. Çok güzel, tatlı ve iyi bir insan olduğumu fark ettiler sonunda.” diyerek bunları duymaktan mutlu olduğunu anlatıyor. Kısaca ‘Avara’ya değinirsek, yine tanıdık bildik Kekilli şarkıları var diyebiliriz albümde. Kendisinin müziğini tanımlarken sarf ettiği hafiften bir ‘ağıt’ hali hissediliyor çoğu zaman. Ama bu hüznün sesine yakıştığını söyleyelim. Albüm, sözleri Karacaoğlan’a ait olan ve sanatçının durumunu anlatan ‘Avara’ ile başlıyor. “Çok ağlattın yeter olsun” diyen büyük ozanın sözleri sanatçı tarafından bestelenmiş. Daha önceki albümünde yer alan ‘Eşek Gözlüm’ albümün hareketli parçalarından. Son olarak anonim olan ‘Meşeler’ türküsü de en iyilerinden biri olarak dikkat çekiyor. Deneyimli tonmaister İhsan Apça imzasının yanı sıra Nurettin Rençber ve Murat Çelik gibi isimler de çalışmada yer alıyor. Albümünden çok umutlu olan sanatçı bu çalışmasını çok sevdiğini söylüyor. Bu albümle insanlara kendisini anlatacağına inancı tam. İlk albümünde alın terinin karşılığını alıp almadığı sorumuzu “Miktarın iyi mi kötü mü olduğu tartışılır.” diyerek cevaplamayı tercih ediyor. Bir de memleketi Adana’ya küskün Kekilli. Bugüne dek neredeyse yurdun her karış toprağında konser vermesine karşın Adana’dan hiç teklif almadığına üzülüyor. Kendisini pek sevmediklerini söyleyen sanatçı ‘mum dibine kör yanar’ yorumunu yaparak, “Keşke belediye başkanımız değil konsere bir çay içmeye çağırsaydı.” diyor. ‘İyimserliğimi bozmayacağım’ dese de son sözü yine hüzün dolu: ‘Deşmeyin yaralarımı.”