Web Tasarım

Müzikle İlk Tanışmanız? Avara Öncesi Bir Söyleşi

Müzikle ilk tanışmanız nasıl gerçekleşti? Müzikle ilk tanışmam annemin ninnileriyle gerçekleşti diyebilirim yani, çünkü annem çocukluğumuzda bile bize ninni söylerdi.Biraz daha ilerleyen yıllarda sokakta böyle küçük el arabalarıyla dondurma satanlar olurdu. Orda arabesk müzikler falan çalardı; "Dondurmacııı" falan geldi derken alttan ince bir müzik gelirdi.Daha ilerleyen yıllarda orta okulda falan yavaş yavaş Barış Manço'yu tanıdık artık. Benim yetiştiğim coğrafyada genelde popüler müzik dinlenmezdi.İki tarz müzik dinlenirdi.Ya arabesk ya da halk müziği. Lise yıllarında fantezi müzikle tanışmaya başladım. Ben çok arabesk müzik dinlemezdim, çok fazla halk müziği de dinlemezdim.Lise yıllarında Barış Manço'nun şarkılarını beni kıskıvrak yakaladığını farkettim, aslında bu bir elektrik meselesi.Daha sonra Barış Manço'nun jenerasyonuna ve türevlerine karşı bir eğilim başladı bende.İşte Cem Karaca'dır, Moğollar'dır,Hürel'dir, hatta hatta Fikret Kızılok ve Erkin Koray. Lise bittikten sonra ilk bir, iki yıl üniversiteye gidemedim.Sonra bir askerlik deneyimim oldu.Gittim, geldim.Nasıl oldu,bilmiyorum; Adana'da Gençlik Müzik Merkezi vardı.Birgün ordan geçiyordum. Birisi klavyede Barış Manço'nun bir parçasını çalıyordu."Ne güzel çalıyor" diye geçirdim içimden.Baktım ellerine kuş gibi uçuyordu piyanonun üzerinde.Dikkatle izledim.Kendisinden bir parça çalmasını istedim.Çalmadı, başı da kalabalıktı.Bir, iki tekrar ettim, çalması için.Sonunda "Bilmiyor musun?" dedi parçayı.Üzüldüm; benim istediğim parçayı çalmayınca.Aradan zaman geçti.Sonra ben ahdettim,dedim öğreneceğim ben bu parçayı.Oranın öğretmeni de yardımcı oldu,kaydımı yaptırdım müzik merkezine.Ben orada piyano çalmayı öğrendim.Öğrendikten sonra şarkılar söylemeye başladım yavaş yavaş.Ama ilk söylediğim şarkı da "Gülpembe" dir bu arada.Aynı zamanda ilk çalabildiğim parça da "Gülpembe"dir.Daha sonra konservatuara girdim. Adana Devlet Konservatuarı'nın sınavlarına girdim ve şan bölümünü kazandım.Yaklaşık altı yedi ay oraya gittim,sonra oradan da ayrıldım.Niye ayrıldım,hala hatırlamıyorum.Birşeye kafam bozuldu ve çektim çıktım. Yavaş yavaş İstanbul'a gelip gitmeye başladım.Sonra Serkan'la tanıştık.Üç dört sene böyle bir gel-git dönemi yaşadım.Sonra birgün şans geldi, kapılar açıldı. "Bu eserler güzelmiş" dediler ve birdenbire albüm hayatımız başladı.İlk albüm başarısızdı, ikincisi başarısızdı.Üçüncüde başarıyı yakaladık.Kısmet oldu, birden yolumuz açıldı. -Şuanda bulunduğunuz konumu nasıl değerlendiriyorsunuz?İlk albümden bu yana "Murat Kekilli" ne kadar yol katetti? Valla,özel yaşantım önceden nasılsa şu anda da öyle.O dalgalanmalar her zaman oldu, halen de devam ediyor. Maddi anlamda bir gelişme süreci yaşadım.Maneviyat olarak buraya, bu noktaya gelebileceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.Hala zaman zaman bakarım televizyona;" Bu ben miyim?" diye.. -Son albümünüz Avara'yı önceki albümlerinizden ayıran noktalar nelerdir? Üç defa bozuldu bu albüm Önceki albümlerimizi hep çevremizdekiler çok beğenirlerdi."Çok güzel bir albüm olmuş" falan derlerdi.Ama özellikle bu albümün bizim içimize sinmesi çok önemliydi.İçimize sindirmeye çalıştık.İçimize de sindirdik albümü.Çok başarılı bir albüm çalışması oldu bizim için.Dışarıda nasıl görülür, bilmiyorum.Bir sonraki çalışmamda bu albümün üzerine çıkmayı, çıtayı daha da yükseltmeyi istiyorum. -Kendinize müzik alanında örnek aldığınız isimler var mı? Barış Manço, Cem Karaca...Repertuarımızda Pink Floyd, Metallica,Diverstres De Purple'lar var,Michael Jackson, Ajda Pekkan bile var.Karacaoğlan,Aşık Veysel, Musa Eroğlu...Bu tarz insanların yaptıklarından son derece etkileniyorsun.Çünkü edepliler,yaptıkları iş öyle.Dayanakları var,kökleri sağlam. -Biraz da özel yaşamınıza geçecek olursak kendinize ayırdığınız zamanlarda neler yapıyorsunuz? Play Station 2 oynuyorum.Ondan sonra halı saha futbol maçlarına gidiyoruz.Tatil yerlerine konserlere grupça gitmeyi çok seviyoruz.Su altında bacak arasından geçme yarışı falan oynuyoruz.Sinemanın yolunu unuttuk bu aralar. Yüzüklerin Efendisi'nden sonra hiç filme gitmedik.Evde izlemeyi tercih ediyoruz.Tembelleştik bu aralar.Birkaç oda orkestrasının konserleri vardı, onlara gitmiştik.Resim çizmek istiyorum, bu aralar.Karakalem çalışmak istiyorum,ama olmuyor. -Eski röportajlarınıza baktığımda genelde İstanbul'u sevmediğinizden bahsediyorsunuz.Şuan İstanbul'la aranız nasıl? İstanbul benim düşmanım, ama sevgilim de.Felaketim, hayatım, çelişkim...En büyük paradoksum benim,kabusum...Ne onunla yapabiliyorsun, ne de onsuz.Bir defa suyundan içmişsin.Her geldiğinde tuhaf tuhaf bakıyorsun,Hem izin veriyorsun seni sarmasına hem de izin vermiyorsun; elini tutuyorsun, bana fazla dokunma diyorsun,çok tehlikelisin diyorsun.Garip bir yer burası. -Ne yönden hoşlanmıyorsunuz İstanbul'dan? Çok kötü bir trafik var.Dışarı çık mesela gideceğin bir yere hiçbir zaman zamanında yetişemezsin.Her an başına birşey gelebilir,yolda yalnız başına yürürken.Ortalık art niyetli insanlarla dolu.İstanbul çevreden çok göç almış bir şehir.Şehir yerleşim planı olarak da hoş durmuyor.Çok karmakarışık,çetrefil bir kaos var burada ve ben bu kaosu hem çok seviyorum, hem de çok istemiyorum. -Merak ettiğim birşey var.Hep bir teleskobunuzun olmasını istiyormuşsunuz.Bu teleskop merakı nereden kaynaklanıyor? Var artık bir teleskobum.Bu teleskop merakı metafizikten kaynaklanıyor.Ben o tarz kitaplar okurum.Adana'da dam kültürü vardır biz damda yatardık çocukken.Böyle sırtüstü yatarsın,yıldızlara bakarsın."Bu niye orada duruyor?Niye yakınlar birbirlerine?Niye tek yıldız yok havada? Niye işte cezve gibiler,kareler,üçgenler,bu şekildeler." Hep bunu sorguluyorsun ve içten içe seni birgün buna yönlendirebileceğini düşünmüyorsun.Bayağı bir merak ettim kozmik evreni. -Son olarak sizi sevenlere neler söylemek istersiniz? Kendilerine çok iyi baksınlar...